Ağır bir süreçten geçiyoruz. Ülkemiz 2023 Mayıs seçimlerinin ardından AKP bloğunun ve tarikatların gerici kuşatması altında. Hepimizin üzerinde hayati sorumluluk var. Siyasal İslamcı faşizan diktatörlük toplumu dönüştürme ve bunu benimsetme çabası içinde.

Laik demokratik bir ülke için, eşit ve özgür bir hayat için, bu yobazlığın susarak ortağı olmamak için herkesin bu pısırıklıktan kurtulması şart. Çünkü suskunluğumuzdan yararlanıyorlar.

Daha ne kadar susacağız?

Ülkenin ekonomisini batıranlar, hayat tarzımıza yoğun müdahaleleriyle nefesimizi kesmeye devam ederken, ülkede yaşayanlar gelecek kaygısıyla başka coğrafyalarda hayat kurmaya başladıysa bu ülkenin muhalefet partilerinin, toplumun ilerici güçlerinin harekete geçmesi için daha neler yaşamamız gerekiyor?

21 senedir; toplumsal cinsiyet eşitliğine, laiklik ilkesine dayanan hayatı ortadan kaldırma amacıyla sistematik olarak ilerletilen politikalar Mayıs 2023 seçimleri sonrasında o kadar hızlandı ki. Takip etmekte zorlanır olduk. Hemen hemen her gün bürokratlardan Anayasanın özüne aykırı bir beyan geliyor. 12 Eylül faşist rejiminin Anayasasının bile özüne aykırı. Halimiz bu kadar acıklı işte.

∗∗∗

Bu niyette buluşanların; toplumsal yaşamı gerici ablukaya alma çabasını gündem saptırma girişimleri olarak yorumlamak son derece yanlış olur. Çünkü başat gayeleri dönüştürmek ve bu gerici dönüşümü benimsetmek.

2023 Eylül’üne kadar neler yaşadık diye bir an düşününce aklıma gelenler;

Meclis’in yeni yasama yılı kadınları erkek şiddetine karşı koruyan 6284’le ilgili tartışmalarla başladı. İstanbul Sözleşmesi’nden tek imzayla çıkan iktidarın ortağı Yeniden Refah Partisi lideri Fatih Erbakan, yasanın değişmesini istedi. Türkiye’de 2023 Onur Ayı hiç olmadığı kadar baskı altında geçti. 20 Mayıs’ta gerçekleşen Boğaziçi Onur Yürüyüşü’nden, 26 Haziran’da gerçekleşen İstanbul ve İzmir Onur Yürüyüşlerine kadar 37 günde 10 yasak kararı verildi, yüzlerce kişi darp edilerek gözaltına alındı. Milli Eğitim Bakanlığı,  ”Çevreme Duyarlıyım” gibi anlamlı bir ismin ardına gizlenen esasen yeni bir eğitim operasyonu olan ÇEDES projesi kapsamında işbirliği protokolü imzaladı. Protokol ile MEB, Din Öğretimi Genel Müdürlüğü ve Diyanet İşleri Başkanlığı’na geniş görev alanları tanımlandı. Pek çok ildeki okullara imam atanmasını sağlandı. RTÜK, pek çok platformdaki birçok yapıma ‘toplumsal ve kültürel değerlere ve Türk aile yapısına aykırı’ olduğu gerekçesiyle para cezası uyguladı. Geçtiğimiz günlerde de bir klipte yer alan sevişme görüntüleri nedeniyle PowerTürk’e ceza verildi. Festivaller yasaklar listesine girdi. Üst üste yasaklanan festivallerin ilk yasakları nasıl başladı hatırlayalım; pandemi gerekçesiyle. O günlerde yasaklamalar için seçilen kılıf ‘Biz kamu sağlığını düşünüyoruz’ idi.  Pandemi bitti ama yasaklar kaldı. Üstelik katlandı. Kadın sanatçıların, iktidar blokuna yakın sosyal medya hesaplarınca hedef gösterilmeleri sonucu konserleri iptal edildi. Milli eğitim Bakanı karma eğitime son vermek ve “kız okulları” açmaktan bahsetti. Tepkiler yükselince, yanlış anlaşıldım dedi. Böyle hızlı dönüşlere alıştık. Devlet televizyonundaki bir dizide rol alan oyuncu dizi kadrosundan çıkarıldı. Sebep bikinili fotoğraf paylaşmasıydı. Millî Eğitim Bakanlığı seçmeli ders saatlerinde değişiklikler yaptı, öğrencilerin kategorilerin her birinden en az bir dersi seçmesi zorunlu kıldı. Zorunlu olarak din dersi alan öğrencilere bir de seçmeli ders adı altında ayrıca din dersi dayatıldı.* Dünya spor tarihine adını altın harflerle yazdıran bir takımı “kıyafetleri vücut hatlarını ortaya çıkarıyor, şortları kısa” diyerek hedef gösteren aklı kısalar nefret suçu işlemekten geri adım atmadı. Yeni Akit gazetesi A Milli Kadın Voleybol Takımı oyuncusu Ebrar Karakurt’u hedef aldı. Karakurt’un şampiyonluk mesajını haberleştiren gazete, Ebrar için "Milli utancımız" ifadesini kullandı. Havaalanındaki durakta bir çiftin öpüştüğünü gören kadın gençlere bağırarak şiddet gösterdi ve sosyal medyadaki tepkilerin ardından yayın yasağı aldırdı. Örneklere devam edebilirim ama yerim az.

∗∗∗

Şu çok açık; her türlü kültür, sanat ve eğlence buluşmalarına düşman olanların çoğulcu demokratik toplum düzenine aykırı beyanları hız kesmeyecek. Açıklamaların, genelgelerin tamamı Anayasaya aykırı. Anayasa m. 2’de Türkiye Cumhuriyeti’nin; demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu, Anayasa m.13’te temel hak ve hürriyetlere yönelik sınırlamaların laik Cumhuriyetin gereklerine aykırı olamayacağı hüküm altına almış. Sizin gücünüz Anayasanın üstünde mi?

En yakın örnek; İstanbul Valiliği 17 Ağustos’ta yayınladığı genelge ile, hukuken mümkün olmayan bir hususu birtakım kılıflara sokup, içki içmeyi kriminalize etmeye çalıştı. Belirli yerlerde içki içilmesini yasaklamaya çalışarak özel alana karıştı. Oysa kanunun yasakladığı şey kamu düzeninin bozulması, içki içmek değil. Kanunla bile düzenlenemeyecek bir hususa dair valinin biri çıkıp genelge ile yaşam tarzı dayatması yapıyor. Tepki gelince de kadınların huzuru kılıfına sarılıyor. Siyasal islamda kılıf çok nasılsa. Bizlerin huzurunu düşünüyorsanız 25 Kasım, 8 Mart sabahları yasak kararlarını liste halinde yayınlamazsınız, Taksim’e çıkan tüm yolları kapatmazsınız. Gerisi mi? Diogenes’in dediği gibi gölge etmeyin, başka ihsan istemeyiz.

Son söz olarak; ülkede iki eğilim gelişmekte, ilki karamsarlık. İkincisi ise güçlenen direniş eğilimi. İkincisi yani toplumun direnmeye ve kazanımlarını korumaya istekli kesimleri giderek kararlılık kazanıyor. Çünkü biliniyor ki, mücadele edilmez, pısırıklıktan vazgeçilmez ise, ülkenin Siyasal İslamcı faşizan diktatörlük ekseninde felakete sürüklenmesi kaçınılmaz.