Dün, Ankara’da ODTÜ Mezunlar Derneği ile Anadolu Müzik Kültürleri Derneği’nin birlikte düzenlediği Hrant Dink Anması”nda ocak için en meşum ay dedim.

Sebebi belli. 1980’de 24 Ocak kararları geldi, uygulanabilmesi için de 12 Eylül faşist darbesi. Ardından sayısız aydınlatılmamış cinayet. 24 Ocak 1993 Uğur Mumcu, 24 Ocak 2001 Gaffar Okkan ve 19 Ocak 2007 Hrant Dink.

Kardeşimiz Hrant!

Bebekten yaratılmış bir katil” yakalandı, “kahraman” ilan edildi, yargılandı, hapis yattı, çıktı. Şimdi de cinayetin arkasındaki örgüt olarak iktidarın uzun süre beraber yürüdükten sonra düşman ilan ettiği FETÖ’ye işaret ediliyor. Ama hala aydınlatılmamış bir başka cinayet işte.

Hrant’ın katline giden yolun en önemli kilometre taşı galiba “Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur” cümlesiydi.

O cümledeki kanın Türk’le, Türklükle uzaktan yakından ilgisi yoktu. Ermeni diasporasının damarındaki kandan söz ediyordu. Onu alıp, “Hrant Dink Türk kanına pis dedi” diyerek doldurdukları tetikçiyi peşine düşürdüler. Mahkemeler bile öyle dediğine hükmetti.

Oysa Hrant peş peşe soykırımı tanıyan ülkelerin parlamentolarına ve tüm enerjisini buna ayıran diasporaya sesleniyor, Ermenilerin Türklere yönelik travması ile Türklerin Ermenilere yönelik paranoyasını dert ediyordu:

Ermeniler, Türklere yönelik büyük travma yaşıyor. Türkler ise Ermenilere yönelik paranoya yaşıyor. Tam klinik vakalar... Kim tedavi edecek? Fransız Senatosu’nun kararı mı? ABD Senatosu’nun kararı mı? Kim reçeteyi verecek? Kim bizim doktorumuz? Ermeniler Türklerin doktoru, Türkler de Ermenilerin doktoru... Bunun dışında ilaç, doktor ve çözüm yok.” Hem kardeşimiz hem de en büyük şansımızdı Hrant!Onun Ermeni diasporasının kimliğini koruyabilmek için Türk düşmanlığına sarıldığını ve bundan kurtulması gerektiğini anlatmak için kurduğu cümleyi, şimdi biz, merkezine kendimizi koyarak düşünmeliyiz!Damarlarımızda hâlâ dolaşan ve bizi esir almış bir zehir nedeniyle katledildi o. O zehir kendi kimliğimizi bir başkasına, ötekine karşı düşmanlıkla tanımlama zehridir. Her ötekini kendimize tehdit görme vehmi ve zehri. En son Meclis’te bir Süryani milletvekili kendi dilinde selamlama yaptığında gördüğümüz zehir.  Çocukluğumun en güzel insanı, ilkokulumuzun hademesi “Teyze”ydi. Kışın belimize çıkan karda açılan yoldan okula giderken üşür ve işerdik. Paçalarımızdan lastik çizmelerimizin içine akan sıcaklık bir an rahatlatır, sonra daha çok üşütür, okula vardığımızda da utanca dönüşürdü!

Daha önce de yazdım; “Teyze, okula ıslak geldiğimizde, utanmayalım diye, bizi bize bile göstermeden yıkar, giysilerimizi okulun koca sobasında kurutup giydirirdi. Bana melek tarifi yap deseler, Teyzeyi tarif ederdim.

Adını ölümünden sonra öğrendiğimde, “Ermeniydi” demişti annem.

Ben “melek” dediğim Teyze’yi neden Ermeni olduğunu bilerek sevemedim ki?

Bir bebekten katil yaratan karanlık diyor ya Rakel, işte o karanlığı besleyen ta çocukluktan gelen, sıradanlaşmış ve kanıksadığımız, hiç farkına varmadığımız, sonunda her ötekini düşman belleten böyle küçük küçük şeyler. Psikolojik, kültürel ve toplumsal zeminde kök salan ve sonunda kanımızdaki zehre dönüşen…

Birbirimizin doktoru olup kendimizi iyileştirelim diye uğraşırken katledildi Hrant. Halkların kardeşçe, barış içinde, bir arada yaşaması için uğraşırken… Damarlarımızdaki zehirden kurtulmayı dert edinmiş bir sosyalistti. 

Ona borcumuzu ödemenin ilk adımı da aynı dertle dertlenmek olsa gerek.