Dünyanın, belki de tüm dil ve kültürlerde en heyecan verici, en davetkâr ve hatta en “seksi” sözcüğü ve kavramıdır “değişim.”

Heyecan verir, çünkü sıkılmıştır insanlar aynı yerde “sayıklamaktan” ve hep aynı şeyleri yapmaktan.

Davetkârdır, çünkü yenilikte ve “değişmekte”, başka bir deyişle “tebdîl-i hâlde” hayır vardır.

Seksidir, çünkü iç gıcıklayıcı bir çekiliğinden de söz edilebilir. Neticede, daha “havalı” görünme potansiyeli taşır.

Kişiler için de böyledir, kurumsal yapılar için de.

Bir insanın “şeklini şemâlini” değiştirmesi, örneğin saçına başına “usta bir kuaförde sihirli dokunuşlar” yaptırması, (kızıla-mora boyatırsan meselâ – başları döndürür), atkuyruğu, gösterişli bir toka, boynuna iri ve “bas bas bağıran” bir madalyon, 10 parmağa 10 farklı renkte oje, normalde giydiğinden çok farklı kesim (kim bilir belki de orası burası yırtık pırtık) bir pantolon...

Nasıl?

Herkes sizden bahsetmeye başlayabilir bir anda.

Kurumlar için de, meselâ “Yepyeni bir bina, yeni yönetici portreleri, ilginç isimlerle ve ilginç nitelikli kişilerle dolu yönetim kadroları, cafcaflı afişler ve iddialı bir ajansa yaptırılmış ‘hit’ bir reklam kampanyası, vesaire...”

Peki, bütün bunlar ne getirir?

Değişim dediğiniz şeyin bir maksadı, bir getirisi, özellikle de kurumsal anlamda konuşuyorsak bir “başarısı” veya “başarısızlıktan başarıya doğru rota farklılaştırması” olacak mı?

İşte, “değişim”den söz ettiğimizde, oturup bunu hesaplamadıysanız ve bu “değişikliğin” neye yol açacağının, sizi veya kurumu nereye götüreceğinin ayrıntılı hesabını ve analizini yapmadıysanız, o kadar çaba (ve tantana) niye?

***

Lâfı, Türkiye’nin belki de 100 yıldır en çok tartışılan ve bünyesinde “değişim”i en çok konuşan (konuşmuş ve konuşacak) siyasi yapılanmasına getireceğimi anladınız.

Son seçimdeki başarısı ya da başarısızlığına girmeyeceğim. O ayrı bir yazı konusu.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), bu ülkede “Kurtuluş ve Kuruluşun Partisi” olarak sunduğu kimliğinin simgesi olarak da hep “Altı Ok”una atıfta bulunur. Yani; Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Laiklik, Milliyetçilik, Devletçilik, İnkılapçılık...

Çok ilginçtir, son 66 senesine (aklım erdiği yerden başlayarak, son 50 senesine diyelim) tanık olduğum bu partinin tarihinde, bu kavramların hem ulusal bazda hem de partinin pratiğinde uğradığı değişim ve dönüşümün tartışıldığını hiç hatırlamıyorum.

Örneğin, 6 oktan biri olan “laiklik”, bugün bizzat partinin genel başkanı tarafından “Türkiye’nin çok hayati ve öncelikli sorunu” (mealen tırnak içine ben aldım) olarak görülmemektedir. Yani, onca gerici, dinbaz, tarikatçı ve cemaatçi saldırılara, her dakika yaşanan, iktidar destekli yobazlık operasyonlarına rağmen (bkz. ÇEDES projesi) bizzat genel başkan, “laikliğin tehlikede olduğuna” asla değinmemektedir.

Bir başka örnek olarak, ekonominin tüm dinamiklerinin kapitalist üretim ve ticaret kurallarına terk edildiği, hattâ teslim olduğu gerçeğini kabullenmiş görünen reçeteleri savunan CHP, “Devletçilik” denen şeyin neresinde, 1933 model, hatta 1973, 83 model “kamuculuğun” neresinde durmaktadır?

Bu örnekler 6 ok üzerinden de, başka konu başlıkları üzerinden akademik ya da hayatın pratikleri üzerinden ciltler dolduracak yoğunlukta tartışılabilir. O işi siyaset bilimcilere ve akademisyenlere bırakalım.

Ama burada sormak istediğim soru şu:

CHP’de “değişim”i savunanlar, “Genel Başkan başarısız oldu. Bırakıp gitmelidir. Yeni bir Genel Başkana ve onun tayin edeceği yeni yönetim kadrolarına ihtiyaç var” demenin ötesinde neyi istiyor? Zerre kadar bilgimiz ve dahi fikrimiz yok.

Bunu samimi olarak söylüyorum, soruyorum.

***

“Değişim”in gerçek ve içi tam doldurulmuş (program ve tüzük) bir reform (söylemeye bile gerek yok - her değişiklik reform değildir) anlamına gelip gelmediğini gösteren bir şey sunuyor mu, bu çağrıyı yapanlar? Bunu da bilmiyoruz.

Batı’da, (benim lakından tanıdığım Britanya örneği) siyasi partilerin her yıl düzenli olarak yaptıkları ve tam 1 hafta süren kurultaylarda “değişim ihtiyacı” duyulduğunda, aylar – yıllar öncesinden başlayan tartışma ve öneriler masaya yatırılır, hummalı bir tartışma sonucu somutlaştırılır ve parti yeni rotasında (tabii ki yeni yöneticileri ile) yoluna devam eder.

Bu konuda en taze ve yakın örnek İşçi Partisi’nin (Labour Party) 1994 Kurultayı’dır. Sonradan başbakan olacak Tony Blair’in, Parti’nin “makûs talihini” değiştirecek ve bambaşka ilke ve yöntemlerle iktidara yürümesini sağlayacak, en başta da “Labour’ı, piyasacı, Thatcherist politikalara yönelterek” olağanüstü dönüştüren bir “Değişim” kurultayıydı o toplantı.

Ciltlere sığmaz aslında. Bizzat izlediğim için, ayrıntılarına da vakıfım.

Şu ya da bu yönde bir “değişimin” tanımı yapılmadan, soyut bir “değişim” lafının yaldızlı ambalajının içinden “gaipten” konuşmanın CHP’ye de kimseye de, ülkeye de faydası olmaz.

Bugün Türkiye’nin karşı karşı kaldığı hayati sorunlarla dolu tarihi dönemecinde, CHP’nin de diğer alternatif hareketlerin de özellikle sol muhalefetin, mutlaka “sağlıklı, bilinçli, ne istediğini ve ne vadettiğini bilen” gerçek değişimlere ihtiyacı vardır.

Boş ve alengirli sloganlara değil.