Herkes nerdeyse sadece onu konuşuyor ve CHP de zaten memleketin en risksiz en cazip tartışma konusudur. O halde ben de söylemeden geçmeyim: Kılıçdaroğlu, artık aday olmayacağını söylese, özgürce bir genel başkan seçilmesi sürecinde kolaylaştırıcı olacağını ilan etse ve misyonunu partide kırılıp dökülmeler olmaksızın gerçekleşecek “değişim”e hizmet etmek diye tanımlasa, kanımca en iyisini yapmış olur.

 Tabii bir partinin kimi nasıl genel başkan seçeceği o partiyi ilgilendirir, benim şehvetle tartışacağım konu değil. Ancak, ondan ne anladığınızdan başlayarak “değişim”, partili partisiz memleketi dert edinmiş herkesin konusu. 

Hep yazdım, ama bir daha söyleyeyim: “Değişim”i sadece vitrin değişimi, genel başkan değişimi olarak anlayanlar ve şimdi tahripkâr bir iştahla bunu tartışanlar bir sonraki yenilgide de Ahmet’in yerine Ayşe’yi (bu erkeklikte o da zor ya) getirmeyi tartışacaklar değişim diye. Yine hiçbir şey değişmemiş olacak.

Değişimi böyle anlayanların çoğunun; dün “Dedeeeem” diye öpüp başlarına koydukları, yaptığı bir kalple mest oldukları, cumhurbaşkanlığına ne kadar da yakışır dedikleri, o herkesi kucaklıyor diye hep birlikte onu kucakladıkları, mükemmel bir kampanya yürütüyor dedikleri Kılıçdaroğlu’nu nasıl yerden yere vurduklarını, neredeyse hain ilan ettiklerini, “git artık” diye çıldırdıklarını gördükçe şaşırıyorum desem yalan olur. 

Şaşırmıyorum, çünkü gerçek bir değişim niyeti, dermanı olmayanların, dahası değişimi bir kişinin yerine bir başkasını koymak sananların yapabileceği başka bir şey yok! 

Burada, “değişim” derken pek önemsediğim bir noktayı kanırtmak için, Güven Gürkan Öztan’ın dünkü yazısındaki vurgusunu da anımsatayım: Ne oldu masanın diğer 5 liderine? Seçimi sadece Kılıçdaroğlu kaybetmiş gibi koltukları kapıp kenara çekildiler!

Sağdan sağdan yürüdüğü bunca yoldan sonra, CHP keşke kiminle nereye kadar yol yürüyebileceğini öğrenmiş olsa! Sağında çok şey isteyip alan ama pek bir şey vermeyenlerin, solunda ise memleket için hiçbir şey istemeden her şeylerini verenler olduğunu görebilse! 

Değişim” derken; “sosyal demokrat” bir parti açısından atılması gereken ilk adım, konjonktürel olarak sağ/muhafazakâr partilerle iş birliği yapsa da, bunu laiklik, özgürlükçülük, cumhuriyetçilik, kamuculuk gibi değerleri muğlaklaştırıp, onlarla milliyetçilik ve muhafazakârlık yarıştırarak yapamayacağını kabullenmek olsa gerek.

Değişim” derken; bunu toplumsal bir dönüşüm olarak anlamayan, bir gelecek projesi olmayan ve yalnızca “şimdi” iktidarda olanı indirip yerine geçmek sanan anlayışının, “şimdi”yi de “geleceği” de kaybettirdiğini görebilmek gerek. 

Ve “değişim” derken; “değişim” konusunda “kararlı” olmaktan, “sorumluluk almaktan” söz ederek aslında kendisine işaret edenlere, “o gitsin ben geleyim” diyenlere de bakmak gerek! “Değişim”den “ben geleyim”den başka ne anlıyorlar? Nasıl bir “gelecek” düşlüyorlar, toplumu nasıl dönüştürecekler? Şimdiye kadar sağdan sağdan yürünen yolda daha dinamik, daha enerjik, daha genç yürümek midir meramları? Sahi, değişimden ne anlıyorlar?

Önümüzde kazanılması garanti olmayan bir yerel seçim var! Tabii kırıp dökmeden, ama “değişimi” toplumsal dönüşümü hedefleyen, bir “gelecek” perspektifi olan gerçek bir “değişim” olarak anlayıp, yalnızca kişileri değil her şeyi tartışmasanız onu da kaybedersiniz.

Değişimi; sol değerlere sarılarak toplumsal sorunları önceleyen, onları çözme temelinde ve çözerek örgütlenen, şimdiye kadar görüşmediklerimizle “görüşen” bir siyaset tarzına dönmek olarak anlamazsak, “değişimin dayanılmaz hafifliğiyle” avunur dururuz!