Sosyal demokratların önde gelenlerini bir ihtimal sarsacak, sosyalistleri tüm hareketliliği ile kendini gösteren sokaktaki itirazlarla birleştirecek, sosyalizmi gündeme getirecek gerçek, kum fırtınasını görmek ve çölün tozunu yutmayı reddetmekten geçiyor.

Determinist ile mütevekkil kardeştir

Yüzyılın ilk çeyreği bitmek üzere. Bu kez önceki yüzyıllardan daha yoğun, daha farklı olarak sona, felakete doğru hızlı bir gidiş var. Doğayı kirlettik, temizleyemiyoruz. Aslında bu yöndeki çabaların güçsüzlüğü bir yana artık kendini geliştirerek var olmayı sürdürmekte zorlanan sistem yalnız çevreyi değil, ihtimal kendini de yok etmeye koşuyor. Karşılaştığımız, sistemin açtığı yolda ilerleyen felaketler ağırlıklı olarak yoksul mahalleleri, boş vermişlerin yaşadığı sokakları eziyor, erke yapışık siyasetçi ise dişe dokunur önlemler almak yerine “ne gelirse Allah’tandır” diyen mütevekkil Müslümanla, “carpe diem” diyen şaşkın “moderni” seçiyor, onlardan destek bekliyor. 

Bu tehlike ile savaşmak istiyorsak “izm” ekiyle bağımsızlığını ilan eden determinizmin bizi esir almasına izin vermemek çıkış yolu olabilir. Tarihe soldan bakan, geleceği hayal eden determinist halimiz “kitapta” okuduğunun yazıldığı gibi gerçekleşmiş olduğuna ve bundan sonra da gerçekleşeceğine inanan safdil halimizdir. O, tarihin nasıl gerçekleştiğiyle, insanla tarih arasındaki ilişkiyle, süreçle değil, sonuçlarla ilgilenir. Kuşkusuz üstü çizilip bir kenara bırakılamayacak neden-sonuç ilişkisinin “şaşmazlığı”, daha önemlisi “kaçınılmazlığı” bizi mutlu eder. Fakat determinist halimiz, yaşadığımız dönemin ekonomik politik tablosu, seçme şansımızın olmadığı koşullar karşısında aynı mutluluğu koruyamayacak, büyük bir olasılıkla umutsuzluğa kapılacaktır. Solun kitabı da, eğer bir düz okumayla yetinirsek pek yardımcı olmayacak, hatta çelişkilerle dolu gibi gelecektir. Gerçekte böyle bir çelişki yoktur. Marx’ın 18 Brumaire’in daha ilk sayfasında ve artık neredeyse ezbere bildiğimiz satırlar her türden determinist hallerimizi ortadan kaldıracak ipuçlarını içerir.  

Ölülerin ölüleri gömme zamanı 

Tekrar okumakta yarar var: “İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar, ama kendi keyiflerine göre değil; kendi seçtikleri koşullar içinde değil, doğrudan karşı karşıya kaldıkları, belirlenmiş olan ve geçmişten gelen koşullar içinde yaparlar.” Unutulmaması gereken cümlenin öznesinin “insanlar”, yükleminin “yaparlar” olduğudur. Pek fazla üzerinde durulmamış ezberlenmemiş bir cümleyi aktarmak, üzerinde düşünmek de iyi gelebilir: “19. yüzyılın toplumsal devrimi, şiirsel anlatımını geçmişten değil, ancak gelecekten alabilir. Geçmişin bütün hurafelerinden sıyrılmadan kendisiyle başlayamaz. Daha önceki devrimlerin kendi içeriklerini kendilerinden gizlemek için tarihsel anımsamalara gereksinimleri vardı. 19. yüzyılın devrimi ise, kendi içeriğini gerçekleştirmek için, bırakmalıdır ölüler kendi ölülerini gömsünler. Eskiden söz içeriği aşıyordu, şimdi içerik sözü aşıyor.” Bu sözlerin 21. yüzyılda çok daha geçerli olması gerektiğini ama bu yüzyılın devrimlerinin ya da devrim için 11. Tez’de öngörüleni yapabilmek için çabalayan devrimcilerin ölüleri gömmekte zorlandığını, hâlâ tarihsel anımsamalara ihtiyaç duyduklarını görüyoruz. Kuşkusuz “ölüleri gömmek” sözü başka türlü değil, tarihin tekrar edilemezliği olarak anlaşılmalı, anlaşılmıyorsa Brumaire’in yine ezbere bilinen ilk cümlesine geri dönülmelidir: “Hegel bir yerde şöyle bir gözlemde bulunur; tarihsel bütün büyük olaylar ve kişiler sanki iki kez yinelenir, Hegel eklemeyi unutmuş; ilkinde trajedi olarak ikincisinde kaba güldürü olarak.”  

Demek ki 21. yüzyılın politikaları güldürüye benzememelidir. Aslında tarihsel materyalist öğreti geleceğe ilişkin nesnel olarak olması gerekeni sınıf mücadelesi ile ilişkilendirir, neden sonuç ilişkisini pratikle eylemle bağlar, ama biz nedense bir tür kadercilikten başka bir şey olmayan determinist hayallerden kurtulamıyoruz. İnsanoğlundaki umutların bir an önce gerçekleşmesi isteği, nedenler ve ona bağlı sonuçlarla ilgili verilerin yönlendirilebilir “kesinliğinden” beslenebiliyor, “vakit tamam” diyoruz sık sık. Olsun, ama sanmayınız ki her zaman iyimseriz; hayır, çoğunlukla o kapıları kapatır ve 11. Tez’de reddedilmiş “yorumlamakla yetinmeyi” abarttıkça abartırız. Kapitalizmin gelişmişliğin sınırlarını zorladığı bu devirde kuşkusuz sosyalizm kapıda olmalıdır; “peki neden olmuyor?” sorusuna günceli geleceğe bağlayacak mücadeleyi yükseltmek yerine pesimist yanıtlar arayıp duruyoruz. İyimser, umutlu halimiz hızla değişiyor, alacakaranlık üstümüze çöküyor, Arap çöllerinden esen ılık rüzgâr kum fırtınasına dönüşüyor, karamsarlık ağır basıyor. Bizim kendimizi toplumdan kopartarak kapandığımız dünyanın sorunu budur.  

Tevekkül çölün ince kumudur 

Tevekkül ise insanın olup bitene kendi dahlini hiç işe katmadan katlandığı insan halini anlatır. Determinizmle yakınlığı da bu “kendi dahil olmadan her şeyin olup bitmesi” meselesinde kendini gösterir. Determinist, nedensellik ilkesini abartır, özellikle gelecek için mutlak bir resim çizer, geleceğe giden yolun bilinebilir olduğunu, kendine fazla iş düşmediğini söyler, mutlaklaştırırken; mütevekkil ne olup bitecekse boyun eğmeyi öngörecek, katlanmayı tavsiye edecektir. 

Pencereden bakınca alacakaranlığın yavaşça dışarıdaki dünyaya çöktüğü görülebiliyor. Karanlık odalara, toplantı salonlarına sızıyor. İşte o karanlıkta yükselen bir ses, “tevekkül tamam ama mal mülk meselesine aykırı olmadığını da bilelim” diye hüküm yürütür. Ne demişti İbn Teymiyye et-Tuhfetü’l-‘Irâkıyye’de? “Tevekkül anlayışı kalbin yalnız Allah’a güvenmesi anlamına geldiğini belirterek bunun sebeplere başvurma ve mal biriktirmeye aykırı olmadığını” pek güzel söylemişti. (Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi). Bu tevekkül kalple cebi birbirinden ayırmış cebi egemenlere, katlanmayı çalışanlara, halk sınıflarına bırakmıştı. Duruyoruz burada. Bu “mutluluk” saçan söylemin arkasında muhalefete oy vermiş kitlede bu türden pesimist bir “tevekkül” büyüyor. O da “atı alan Üsküdar’ı geçti, laik cumhuriyet yıkıldı, yapacak bir şey kalmadı” pesimizmidir.  

İflah olmaz iyimserliklerin ve çaresiz karamsarlıkların arkasında herhalde çölün tozu, uyutucu afyonu vardır. Aslında sosyal demokrat partinin önde gelenlerini bir ihtimal sarsacak, sosyalistleri tüm hareketliliği ile kendini gösteren sokaktaki itirazlarla birleştirecek, sosyalizmi gündeme getirecek gerçek, kum fırtınasını görmek ve çölün tozunu yutmayı reddetmekten geçiyor.  

***  

Kestirmeden ve açıkça söyleyelim; zaman geçtikçe sağa doğru “ilerlemekten” vazgeçeceğini umduğumuz sosyal demokrasi, politikaya dahil olmanın etkin yollarını arayan sol, komünist sosyalist partiler hep birlikte tehlikeli bir uçurumun kıyısındayız. Zamanın öğütücü dişleri arasında “vakit tamam” sesleri yükseliyor. Kadim kitapları teoriyi ve pratiği güncelin teorik pratik çalışmalarıyla zenginleştirenleri son çeyrekte çıkan kitapları verimli tartışmaların parlayan yıldızları olarak görmenin vaktidir. Öyleyse kim ne biliyorsa, kim neyin çözüm olduğuna inanıyorsa, bir an önce yazsın, çizsin, anlatsın artık.  

Önce şunu saptayalım ki, solda birlikte yürümeyi önleyecek ciddi bir fikir ayrılığı yoktur. Bunun itiraf edemediğimiz nedeni, politikaya katılmanın önündeki engellerle savaşmak yerine gizli determinist bir anlayışa, iflah olmaz bir tevekküle, içe kapanmaya boyun eğmiş olmamızdır. Geliniz bu engeli aşalım, çok farklı alanlarda hızla büyüyen haklı itirazlarla hareketlerle birlikte kapitalizmin çaresizliğini deşifre edelim; partilerimizle, sendikalarımızla, her türden sorun için sesini yükselten toplum kesimleri, kendini cesaretle ortaya atan gençler, kadınlar, kendini sorunların sahibi ama siyasetçisi saymayanlar hep birlikte bir güç yaratmanın yolunu arayalım, yöntemini bulalım.