Bu uzun iktidar dönemi, ülkeyi kültürel açıdan kuraklaştırdı, heyecansızlaştırdı. Bunu, zaten can çekişen siyasi hayatı iptal etmeye çalışarak yaptı. Ama insanlık tarihine geniş açıdan baktığımızda bunun da geçeceği malum.

Devam etmek
Fotoğraf: Müjdat Gezen Tiyatrosu

Geçen yıl hayata veda eden ressam Komet‘in şiirindeki bir dize şöyleydi: “Herkes bir şey söylüyor, böylece devam ettiğini anlıyoruz.” Şiir kitabının editörlüğünü yaparken tanışmıştık, o da benim romanımın kapak resmini yapmıştı. Bu dizesi üzerine de konuşmuştuk o günlerde. Günlük gazetelerin bile böyle bir anlamı vardı onun için, başka türlü nasıl hayatın devam ettiğini anlayabilirdik ki? Herkes bir şey söylüyor, ama ya herkes hep aynı şeyleri söylüyorsa yine de bir şeylerin devam ettiğini anlar mıyız? Hep aynı şeyleri söylüyor olmak, bir şey söylemek anlamına gelir mi?

MİRAS

Bu uzun iktidar dönemi, ülkeyi kültürel açıdan kuraklaştırdı, heyecansızlaştırdı. Bunu, zaten can çekişen siyasi hayatı iptal etmeye çalışarak yaptı. Ama insanlık tarihine geniş açıdan baktığımızda bunun da geçeceği malum. Siyasi tahayyüllerin heyecansızlaşması, on yıllar boyu biriken kültür ve sanatla yoğrulmuş bir mirası, yani Komet‘lerin, Yaşar Kemal‘lerin, Ece Ayhan‘ların bıraktıkları üzerine yeni şeyler ekleme ihtiyacını azalttı. O mirası başka bir perspektifle yorumlayarak yeni bir şeyler söylenebilirse, belki başka hedefler de belirir önümüzde. Heidegger‘in anlamlı yaşam için formülü, bir mirasa ve hedefe sahip olmaktı. 

BİRLİKTE YAŞAM

Dünyada da durum farklı değil. Lacan‘cı psikanalist Jacques-Alain Miller, ‚Milanese Intuitions‘ adlı yazısında bahsettiği gibi, hem modern politik, hem de toplumsallık Ödipal yapının bir imgesi olan ‚baba‘yı terk etti. Bunun anlamı, ‚baba‘nın temsil ettiği ‚hepsi‘nin yerini ‚hepsi değil‘ mantığının alması. Andreja Zevnik, ‚Lacan, Deleuze and World Politics‘ adlı kitabında Miller‘ın bu tespitini şöyle yorumluyor: „‘Hepsi değil‘ ontolojisi, nihai olarak, bir şeyin eksik veya sistemin dışında kalabileceği, ancak sistemin kendi ilkeleri doğrultusunda işleyebileceği fikrine dayanır.“ Yani, ‚mülteci-göçmen-muhalif‘ ne derseniz deyin, artık insanların, fikirlerin, simgelerin bir kısmı, toplumun ve siyasetin belirli bir yönü dışarıda bırakılabilir, vazgeçilebilir. ‚Hepsi değil‘ ontolojisi, çeşitliliklerle, eşitsizliklerle veya kopukluklarla ilgilenmez. Birlikte yaşama tarzı bozulmuştur artık; birlikte yaşamayı sağlayan bağlar koptuğu için isteyen istediği kadar bireyselleşebilir. Sistem, farklılığı korumak yerine bütünlüğe doğru çabaladığı için bireyselleşme çabaları kolektif örgütlenmelere dönüşemez. 

UMUT

Zevnik, yine de umutsuz değil; çünkü oluş ve sürekli değişim süreci devam ediyor. Üstelik, bu değişen sistemin ‚hepsi değil‘ ontolojisine sahip olmasından dolayı akışkan bir yapıya sahip olduğunu iddia ediyor. Küreselleşme karşıtı ve diğer hareketler üzerinden gözlemlenen farklı politik mücadele pratiklerinin bu açıdan ‚özne‘nin değişen konumunu anlamaya yardımcı olacağı kesin. Ama bu konular üzerine ne kadar kafa yoruluyor? 

Başka bir yaşamın, başka bir nefesin ve başka bir insanlığın ortaya çıkış süreci devam ediyor. Dünyanın içinden geçtiği bu karanlık süreç, bir gün bitecek. Canlı ve cansız şeyleri birbirinden ayırmadan; insanlar, hayvanlar, bitkiler, beden ve ruh arasındaki o görünmez bağları görüp hissedebildiğimizde...

BU SU

David Foster Wallace, ‚Bu Su‘ adlı kitabında, iki genç balığın yüzerken yaşlı bir balıkla karşılaşmasını anlatır. Yaşlı balık, genç balıklara, „Günaydın çocuklar. Su nasıl?“ diye sorar. Genç balıklar, bu sorudan bir şey anlamaz. Çünkü suyun bilgisine sahip olmaları, suyun dışına çıkamadıkları için mümkün değildir. Değişim, içinde yüzdüğümüz bu su...