Her afette olduğu gibi, ülkemiz semalarında yankılanan şu tanıdık çığlığı duyuyoruz 5 gün, 5 gecedir: "Nerede bu devlet?"

Hani hep, "Ana - Baba" yakıştırması yapılır ya, devlet için. Haliyle, insanlar da kendilerini bu anlamda "Evlât" olarak gördükleri için, kötü günde devletin "koruyucu, kollayıcı, şefkatli elini" başında hissetmek, onun kucağında huzur bulmak istiyor. Afet anında, hızla yarasını sarıp teselli etmesini bekliyor.

Oysaki burada, yani "Devlet - Vatandaş ilişkisinde" ciddi ve çok büyük bir fark var.

Ailede, evladın anne babaya vergi ödemesi ve bu vergiyi denetleme durumunda olması gibi bir durum söz konusu değil. Vatandaş, çalıştığı ve ürettiğinin önemli bir kısmını, üstelik de genelde kazancı ile orantısız biçimde (az kazanandan daha çok, çok kazanandan daha az) ağır bir vergi sorumluluğu altında. Bu vergileri de ödediği devletten (Ana - Baba) çok daha büyük beklentiler içinde sayılır. Yani sadece "manevi bir yükümlülük" değil, aynı zamanda bir "maddi alacak" da vardır ortada.

Türkiye Cumhuriyeti’ne baktığımızda ise, özellikle de 20 küsur yıllık son iktidar döneminde bu "maddi - manevi borç - alacak" ilişkisinde vatandaşın açık ara mağdur durumunda olması söz konusu.

***

Kısaca ve hızlı bir liste çıkarmak gerekirse;

Bugün yaşadığımız, tarihinin en büyük deprem felaketinde de,

Cumhuriyet tarihinin en büyük ve yaygın orman yangınlarında da,

Yine, tarihimizin en büyük toplu madenci katliamı Soma’da da,

Tarihimizin en büyük toplu terör kıyımlarında, Ankara Garı ve Suruç’ta da,

Pandemi dönemi aymazlıkları ve ihmallere dayalı halk sağlığı kıyımlarında da,

Toplu ulaşım felaketlerinde de,

Büyük sel ve göçük felaketlerinde de,

Hemen her durumda, "önlenebilecek ya da faturası hafifletilebilecek" bu afetler karşısında aciz kalan bir devletle karşı karşıyayız.

Son depremin vurduğu, toplu biçimde can aldığı her bir memleket köşesinde vatandaşla birlikte devlet de enkaz altında kalmıştır.

İşin en acı yanı da budur.

Devlet, enkazdan insanları kurtarmak için "ayakta kalan ve tüm gücüyle yardıma koşan" olması gerektiği halde, neredeyse milletten daha çaresiz, daha aciz ve daha fazla panik içinde bir manzara içindedir. Bu panik ve çaresizlik duygusunu da, vatandaşa "hot - zot"la kapatmaya, sopa sallamaya, tehdit etmeye, hakaret etmeye varan şekillerde gizlemeye gayret etmektedir.

Bizzat olayı "kader planı"na bağlayan Cumhurbaşkanı’nın, eleştirileri karşılamaya yönelik "parmak sallarcasına" bir taıvrla "Şimdi susuyorum ama bunları deftere yazıyorum. Zamanı geldiğinde..." gibi ifadelerle tehdit etmesi, akıl alacak bir tavır değildir. Bunu bir adım daha öteye taşıyarak, enkaz altındaki insanların yardım çağrılarına engel olacak ve belki de bu yüzden pek çok ana malolacak bir uygulama ile, interneti yavaşlatmak kesmek de, asla affedilemeyecek ve hattâ "ağır suç niteliğinde" bir tasarruftur.

En temel insan haklarını, anayasal özgürlükleri ve yaşam hakkını ihlal eden bu suçun hesabı bir gün er ya da geç sorulmalıdır.

Dahası, vatandaşın derdine derman olamadığı açık seçik ortada iken, bunca yıl ödenen vergileri har vurup harman savurarak alabileceği önlemleri almayarak bunca ölüm ve yıkıma sebep olmanın vebali de söz konusu iken, sanke çare buymuş gibi, apar topar "OHAL ilanı" da, bütün bu çaresizlik ve panik halinin üzerine tuz biber ekmiştir.

Cumhurbaşkanı, OHAL’e gerekçe olarak "Afetle başedebilmenin, bu süreçte oluşabilecek başıbozukluğun, yağma - vs. olayların üzerine daha kararlılıkla gidebilmeyi" gösteriyor.

Oysa, herkes gayet iyi biliyor ki, bu zihniyetteki ve bu beceriksizlik seviyesindeki otoriter yönetimlerin olağanüstü hal ilan etmelerinin tek nedeni, "hoşnutsuzluk, isyan ve eleştiri dalgasını" bastırabilmek, yani özgürlükleri daha da fazla boğazlayabilmenin yolunu açmaktır.

***

OHAL, sadece ve sadece, bugüne kadar hep olduğu gibi, "muhalif sesi, düşünceyi ve eylemi bastırmak" amacıyla, sansür için internet yasağı için, gazeteci, aktivist, siyasetçi tutuklamak için kullanılacak.

Bunca yıl ihmalleri, beceriksizlikleri, afetler için toplanan milyonlarca liralık vergilerimizi har vurup harman savurmaları, devletin tüm kaynak ve olanaklarını bir avuç yandaşa peşkeş çekerek hortumlatmaları yüzünden yaşıyoruz bu devasa boyutta felaketleri.

O yüzden, devleti elinde bulunduran zümre ve zihniyet, sadece sınıfta kalmamış, aynı zamanda bu son depremde "enkaz altında da kalmıştır"

Yani, asıl enkaz altında kalan devletimizdir.

Müteahhit çetelerini kollamak uğruna, yüz milyarlarca dolar milli serveti çarçur eden, imar affı gibi "cinayet niteliğinde" uygulamalarla, vatandaşın sağlam ve dayanıklı yapıda yaşama hakkına ihanet eden, yardım, arama kurtarma hazırlıklılık seviyesi neredeyse sıfıra yakın olduğu anlaşılan bir devlet, bu beceriksiz zümreden bir an önce kurtarılmalıdır.

Sandık önümüze geldiğinde, bugünkü enkazı gözümüzün önüne getirmeli ve bu ehil olmayan kadrolardan ülkeyi kurtarmalıyız.