İktidarların toplumu dinsel temelde çerçeveleme çabalarına karşın, küresel olarak dinden uzaklaşma eğilimi yaşanıyor. Toplumlar sekülerleşirken iktidarlar din adına baskıyı daha da artırıyor. Laiklik daha çok savunulmalı.

Din elden gidiyor!
Dünyada ‘dinden kaçış’ en çok gençler arasında görülüyor. (Fotoğraf: AA)

Yıllık izin bitti. Sokaklarında insanların dilediği gibi giyinip dolaşabildiği birkaç ülke gezdikten sonra, Antalya havaalanından memlekete giriyorum. Uçağın arkasında birbirlerine iyice sokulmuş, kâğıt oynayarak yolu tüketen genç çiftten kadın olanı; “Bak havaalanında bana böyle sokulma, yersin dayağı” diye takılıyor sevgilisi, nişanlısı ya da eşi olan delikanlıya. Sabiha Gökçen Havaalanı’nda öpüşenlere bağırıp çağıran kadınla dalga geçerek.

Bir ay değil, bir yıl da uzak kalsanız, memlekette hayat Brezilya dizisi gibi devam ediyor ve bir şey kaçırmıyorsunuz: CHP tartışması, alkol, konser, festival yasaklarıyla insanların hayatlarına müdahale kaldığı yerden devam…

Havaalanında öpüşenlere bağıranın da farklı gerekçelerle paketleyerek hayatı yasaklayanların da gerekçeleri dinsel. Hem bizde hem de başka memleketlerde “dindar nesiller” yetiştirmek isteyenler daha çok dini eğitimi, toplumsal hayatın ve siyasetin daha fazla din temelli düzenlenmesini dayatıyor. Gelin görün ki, siyasetin hayata din adına müdahalesi küresel olarak dinden uzaklaşmaya yol açıyor. Din elden gidiyor yani!

Bu benim bir kaygım değil, asıl dini çevrelerin kaygısı ve dindarlık araştırmaları yapan, o çevrelerce fonlanan kurumların araştırma bulguları. 

S. Gökçen Havalimanı'nda öpüşen gençlere gerici saldırı olmuştu.

DİNDARLIK ABD’DE DE AZALIYOR

Uçağın arkasındaki genç çift kendi hayatlarına da müdahale olarak algıladıkları “öpüşme düşmanlığı”nı çekiştirirken, ben de uçağa binmeden aldığım New York Times’a göz gezdiriyorum. Nicholas Kristof imzalı “Dini inancın süregiden kaybı” makalesi, siyasilerin sözlerini hep “Tanrı Amerika’yı korusun” diye bitirdikleri ABD’de bile insanların dinden uzaklaşıp sekülerleştiklerini anlatıyor. O ABD ki, gelişmiş zengin ülkelerde dindarlığın azaldığı bilgisini yanlışlayan, insanların yüzde 66’sının evrime değil İsa’nın bir bakireden doğduğuna inandığı epeyce dindar bir ülkedir.

Ama artık öyle değilmiş! Tarihte ilk defa, bir Gallup araştırması; yetişkinlerin sadece bir azınlığının kilise, sinagog ya da camiye gittiğini, çoğunluğun dini kurumlardan uzaklaştığını ve artık hayatlarında dinin daha az önemli yer kapladığını göstermiş. Jim Davis ve Michael Graham da geçen hafta yayınlanan “Büyük Kilisesizleşme” kitaplarında “Şu anda ülkemiz tarihindeki en büyük ve en hızlı dini değişimi yaşıyoruz” demekteymişler ki kastettikleri değişim dinden uzaklaşıp sekülerleşmek. Dini bir merkezin araştırması da 2007’de kendilerini “Hristiyan” olarak tanımlayan Amerikalı yetişkinlerin oranı yüzde 78’ken, şimdi bu oranın yüzde 63’e düştüğünü, buna karşın kendilerini “dinsiz” olarak niteleyenlerin oranının da yüzde 16’dan yüzde 29’a çıktığını göstermiş. Bu eğilim devam ederse, 2030 ortalarında Amerikalıların yarıdan azı kendilerini “Hristiyan” olarak tanımlayacakmış!

Dini çevrelerin ve kilisenin bu gidişatın nedenlerine dair saptamaları dinden kaçışın iki nedenine işaret ediyor: Bir; siyasetin dinselleşmesi ve dinin yozlaşmayı maskelemekte kullanılması. İki; dini kurumların/din adamlarının (kilisenin) akıl ve vicdan dışı eylemleri. Örneğin, AIDS’i tanrının ahlaksızlığı cezalandırması, 11 Eylül saldırısını da feminizmin, eşcinselliğin ve sekülerizmin yaygınlaşmasına karşı ilahi bir tepki olarak görmek gibi. Ve tabii, kimi rahiplerin küçük çocukları taciz ve tecavüzleri!

ABD’nin Kamusal Din Araştırmaları Kurumu (PRRI) da, bu yılki bir araştırmasında, 10 yıl önce Amerikalıların yüzde 20’si “Din hayatımızdaki en önemli şey” derken bugün bu oranın yüzde 16’ya düştüğünü saptamış.

KIYAMET DE ALLAH DEDİRTMEMİŞ!

COVID-19 pandemisine tepki de dindarlık ve tanrı inancına dair ön kabullerimizi yerle bir eder nitelikte. En inançsızın bile dara düştüğünde “Allah’ım yardım et!” diye duaya başladığını söyleriz ya… Ölüm COVID-19’la küresel ve kitlesel olarak kapıları çalarken, iklim krizi, yangınlar ve sellerle “kıyamet” yaşanırken Amerikalılar daha az kiliseye gider olmuş. 2019 öncesi “haftada bir” kiliseye gidenlerin oranı yüzde 19’ken bu şimdi yüzde 16’ya düşmüş.

“ABD ve Hristiyan dünyası bizi bağlamaz” diye düşünmek de doğrudan Müslümanlara hakaret. Hakaret, çünkü Hristiyanlar kilisede çocukların tacizlerine tepki gösterirken samimi Müslümanların tarikat yurtlarında ve Kuran kurslarında olanlara tepki göstermediğini, kız çocuğu olan inançlı bir babanın 6 yaşındaki kızını evlendiren adamı hoş karşıladığını savunmak demek!

ABD üzerinde özellikle durdum çünkü orası “modernleşmenin sekülerizme yol açtığı tezinin tabutuna çakılmış en büyük çivi” olarak bilinirdi. 2015 yılına kadar da, Sovyetler’in dağılmasının ardından dindarlığın küresel olarak arttığını gösteren araştırmalar vardı. Son yıllarda ise bu eğilim ABD’de bile tersine dönmüş.

Avrupa “dinden kaçış”ta ABD’nin her zaman çok önündeydi. Fransa, İsveç ve başka bazı Avrupa ülkelerinde kendilerini ateist olarak tanımlayanların oranı yüzde 30-40’a ulaştı. Kanada’da yüzde 25. Yüzyıl geriye giderseniz bütün bu ülkelerle ateistler yüzde 0 kadardı. 

İSLAM DÜNYASI FARKLI MI?

Gelişmiş ve zengin Batı’nın dinden uzaklaşan haline ABD’nin de katılmış olduğu görülürken, doğurganlık oranı yüksek yoksul Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde dindarlığın yükselişte olduğu ve Müslümanlığın dünyanın birinci dini inancı olan Hristiyanlıkla arayı kapattığını gösteren veriler de var.  

Ancak, BBC Arapça servisi için 25 binden fazla insanla derinlemesine mülakatlarla yapılan bir başka araştırma, yoksul Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki Arap toplumlarının da eskisi kadar dindar olmadığını ortaya koydu. Tunus, Libya, Cezayir, Lübnan, Fas, Mısır, Sudan, Filistin, Ürdün, Irak ve Yemen’i kapsayan araştırmada, 2013 - 2019 arasındaki değişim ölçülmüş ve bölge ortalamasında kendisine “dindar değil” diyenlerin oranı yüzde 8’den yüzde 13’e çıkmış. 30 yaş altı grupta bu oran yüzde 18 ve Tunus kendisini “dindar değil” diye niteleyenler arasında yüzde 30’ların üzerinde bir oranla ilk sırada geliyor.

Türkiye’de de 2019 yılında yayımlanan ve Türkiye’nin son 10 yıllık değişimini ölçmeyi amaçlayan Konda araştırması, 2008-2018 arasında kendisini “ateist” olarak tanımlayanların oranının 3 kat artarak yüzde 1’den yüzde 3’e, “inançsız”ım diyenlerin yüzde 1’den yüzde 2’ye çıktığını, buna karşın kendisini “dindar” olarak tanımlayanların oranının yüzde 55’ten yüzde 51’e, “sofu” olduğunu söyleyenlerin ise yüzde 13’ten yüzde 10’a gerilediğini göstermişti.

O gün bugün, dini çevrelerin kimi önemli yazarları, “Deizm patlamış” durumda, “Dini, iman, ibadet, muamelat olarak sorguladığımızda ortaya çıkan durum çok daha vahim” diyerek “Din elden gidiyor!” uyarısı yapıyorlar.

Bu yıl Mart ayında yayımlanan “Türkiye’de İnanç ve Dindarlık” araştırması da, sonuç bölümünde bulgularını şöyle yumuşatarak sunuyor: “Gençler arasında dini inanç ve pratiklerin daha az yaygın olmasına bakıp doğrudan ‘Türkiye sekülerleşiyor’ ifadesini dile getirmek doğru olmayacaktır. Her ne kadar bu veriler sekülerleşme ihtimaline işaret etse de daha doğru çıkarımlar bundan sonraki yıllarda yapılacak yetkin araştırmalar sonucunda ortaya konulacaktır.” 

DİNDARLAR İÇİN DE LAİKLİK!

Görünen o ki, kimi iktidarların dini eğitimi artırma, toplumu dinsel temelde çerçeveleme çabalarına karşın, küresel olarak dinden uzaklaşma ve sekülerleşme eğilimi yaşanıyor. Bir tür “dinden kaçış” diyebileceğimiz bu sürecin temel tetikleyicisi de iktidarların din adına samimi inanç sahiplerini bile rahatsız eden müdahaleleri, dinin yozlaşmayı örtmeye dönük bir politik örtü olarak kullanılması, dini gerekçelerle gündelik hayata ve yaşam tarzlarına müdahaleler. Bir de, kimi din adamları ve kurumlarının çocukları ve kadınları hedef alan hiçbir ahlak ölçüsüne sığmayacak pratikleri.

2,5 yıl önce Merkez Bankası faizi yüzde 17’den yüzde 19’a çıkardığında “Bu operasyonu kim adına çektiniz” manşeti atan, “Bu son olsun” diye uyaran Yeni Şafak faiz yüzde 25’e çıktığında sus pus oluyor ve dün dillere pelesenk olan “Nas” bugün hiç anılmıyorsa, din sadece elden değil dilden de gidiyor!

Bu küresel eğilimden çıkarılamayacak tek sonuç ise şu: Bekleyelim, nasılsa dünya sekülerleşiyor! Bu sonucu çıkarmak aynı zamanda tehlikeli de, çünkü toplumlar sekülerleşirken iktidarlar din adına baskıyı daha da artırıyor, dinci örgütler laikliğe karşı saldırıları yoğunlaştırıyorlar.

Tam tersine şimdi laikliğin her zamankinden daha çok savunulması gerekiyor. Dinlerinin elden gittiğini gören samimi inanç sahipleri tarafından da!