Dinlendirilmiş Parlamenter Sistem

Cumhuriyet’in 100’üncü yıldönümüne yaklaşık 2 ay kaldı. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’i Türkiye’nin yönetim şekli haline getiren Meclis ise bugün eski gücünden epey uzakta. Başkanlık sistemine geçilmesinin ardından Meclis’in Türkiye siyaseti için nostaljik bir kuruma dönüştüğünü söylemek abartılı bir tanımlama olmaz.

Meclis’in zayıflaması doğrudan Cumhuriyet’in zayıflaması demek. Çünkü Anayasa, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” derken aslında Meclis’in hâkimiyetine vurgu yapar. Oysa Türkiye’de Meclis’in ne kendisinin ne de halkın hâkimiyetine sahip çıkacak mecali kaldı. Yürütme yetkisini elinde bulunduran Saray, yasama yetkisinin de fiilen sahibi. Saray’ın bakanları Meclis’e karşı sorumlu değil. Vekillerin sunduğu soru önergelerinin çoğu, bakanlar tarafından yanıtlanmıyor. Yanıtlananların bir kısmı da geç ya da kaçamak şekilde yanıtlanıyor. Meclis’in elinde kalan tek denetim enstrümanı da bu nedenle düzgün işlemiyor. Vekiller, yürütme erki olan Cumhurbaşkanına ise soru sorma hakkından bile mahrum.

Rejimin dönüşümüne paralel olarak anaakım muhalefetin de siyaseti Meclis faaliyetlerini merkez alarak yürütmediğini söylemek lazım. Millet İttifakı’nı oluşturan partilerin genel başkanlarının Meclis’te olmaması duruma dair en çarpıcı gösterge. Muhalefet liderleri Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı seçilmesiyle Cumhurbaşkanı yardımcısı olacaklarını ümit ediyordu ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Neticede Kılıçdaroğlu, Akşener, Babacan, Davutoğlu, Uysal ve Karamollaoğlu bugün parlamentoda yer almıyor.

Meclis’teki 15 siyasi partiden HDP, TİP, DBP, MHP, YSP, YRP, HÜDAPAR ve DSP’nin genel başkanları parlamento sıralarında oturuyor. 7 siyasi partinin lideri Meclis dışında. Fakat bu kıyaslama aldatmasın. Genel başkanları Meclis’te olmayan 7 partinin 477 vekili var. Yani 600 parlamenterin yüzde 79,5’i Meclis’te genel başkansız. Genel başkanlarla temsil edilen partilerin toplam varlığı ise sadece yüzde 20,5’e tekabül ediyor.

Muhalefetin “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” hedefine nazire yaparcasına bugün adeta “Dinlendirilmiş Parlamenter Sistem” yürürlükte. Meclis fazla yorulmuyor ve işlere pek karışamıyor. Türkiye siyasetinden Meclis çıkarılırsa sistem hiçbir şeyi kaybetmeyecek gibi duruyor.

Peki bu durum karşısında yapılması gereken Meclis’e ağırlık vermek mi? Soruya “evet” cevabı vermek oldukça iyimser bir tutum olur. Çünkü gelinen aşama, artık Meclis’in birincil muhalefet alanı olamayacağının kanıtı niteliğinde. Türkiye’de muhalefetin yaşadığı, Meclis’e ağırlık vererek aşılabilecek bir kriz hali değil. Hatta bugünlere gelinmemesinin sebebi Meclis’e dönemsel potansiyelinden fazla anlam yüklemekti. Haziran 2015 seçimlerinden bu yana, parlamenter ufukla sınırlı siyasal stratejilerle AKP rejiminin geriletilebileceği sanıldı. Belki kısmi olarak kazanımlar elde edildi ama bu anlayış son tahlilde AKP’ye yaradı. Çünkü alaşağı edilmeye çalışılan klasik bir merkez sağ iktidardan daha fazlasıydı.

Erdoğan dünkü konuşmasında “Ölmüş atı kamçılamanın kimseye faydası olmaz” diye bir söz kullandı. Meclis’in mevcut hali için oldukça uygun bir ifade. Bu yol artık tıkalı. Erdoğan böyle olsun istedi ve başardı. İktidardan kurtulmak isteyenlerin de bu gerçeği kabullenerek hareket etmesi gerekiyor. Halkın örgütlülüğüne dayanmayan, siyaseti yetki devriyle sınırlayan, yurttaşı oy verme müsameresiyle gerçek bir demokrasi kültüründen uzaklaştıran yöntemlerin işe yaramadığı artık anlaşılmış olmalı.

Bazı muhalifler, yaptıkları felaket temalı açıklamalara rağmen hallerinden o kadar da şikâyetçi olmayabilir. Ama halkın geniş kesimleri için bıçak kemiği delip geçti ve ülkenin profesyonelce icra edilen “muhaliflik” mesleğinin konforundan daha fazlasına ihtiyacı var.