Kobane’ye “ikinci Stalingrad” benzetmesi yapmak abartılı olmaz sanırım.

Kobane’ye “ikinci Stalingrad” benzetmesi yapmak abartılı olmaz sanırım. IŞİD vandalizmine karşı bu küçük kentin haftalardır verdiği direniş yarım yüzyıl önce Stalingrad’da yaşananların minyatür bir tekrarı gibi. Nasıl ki Hitler faşizminin durdurulması için Stalingrad tarihsel bir dönemeçtiyse, Kobane de IŞİD barbarlığının önündeki en büyük bariyer. En azından şimdilik. Stalingrad, Nazizmin Avrasya’ya ulaşma kapısıydı, Kobane ise Selefi cihadizmin Mezopotamya’da Ortaçağ karanlığı inşa etme eşiği.

Selefi cihatçıların Kobane’ye yönelik bu üçüncü büyük taarruzu. Irak’ta Musul’u ve diğer birkaç bölgeyi ele geçiren Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) yeni ismi ile İslam Devleti 2 Temmuz’da da Kobane’ye büyük bir saldırı başlatmıştı. Saldırılar batıdaki köylerde özellikle de Cerablus için stratejik değeri olan Zormixar bölgesinin etrafında yoğunlaşmıştı. Ancak ağır kayıplar vererek geri dönmek zorunda kalmışlardı. Son kapsamlı saldırı ise geçen hafta başladı.

•  •  •

Peki, Kobane neden hedef? Öncelikle stratejik konumda. Coğrafi olarak Kürtlerin özerklik ilan ettiği Rojava’daki üç kantonun tam ortasında yer alıyor. Diğer kantonlar (Cizire ve Afrin) arasındaki irtibatı sağladığı için Kürtler açısından son derece önemli. Suriye’deki ana karargâhı olan Rakka kentine çok yakın olduğu ve denetlediği birçok bölgenin tam ortasında yer aldığı için IŞİD’in gözünde de stratejik açıdan öncelikli bir hedef. Kobane, şu an IŞİD’in kontrolündeki Girsespi (Til Abyad), Cerablus ve Rakka’nın ortasında bir ada gibi duruyor.

Kobani’de günlerdir süren ve her iki tarafın da ağır kayıplar verdiği savaşın nedeni de bu adanın ele geçirilmesi. Bir haftayı aşkın süredir Kobane üç cepheden ağır silahlarla IŞİD tarafından kuşatılmış durumda. Kürt örgütler can siparene bir şekilde savaşırken, IŞİD kenti Doğu’dan 7-8, Güney’den 10-12 ve Batı’dan da yine 10-12 kilometre kadar yaklaşmış vaziyette. Artan IŞİD tehdidi  yüz bini aşkın sivilin Türkiye’ye kaçmasına sebep oldu.

•  •  •

Son saldırının öncekilerden en önemli farkı IŞİD’in Musul ve Rakka’dan elde ettiği ağır ve gelişmiş silahları kullanması. IŞİD’in Kobane’ye girmesi demek hem Doğu hem de Batı’dan geniş hareket alanı bulması anlamına gelecek. Kobane’nin düşmesiyle Urfa’nın Suruç ilçesindeki Mürşitpınar Sınır Kapısı’nın kontrolünü de ele geçirmiş olacak. Mürşitpınar (Ayn-El Arap) Sınır Kapısı savaşın başından bu yana PYD’nin kontrolünde. Bu sınır kapısı IŞİD’in özellikle militan ve mühimmat geçişi, yaralıların tedavisi vb. nedenlerden dolayı almak istediği kapıların başında yer alıyor.

Sınır hattındaki birçok kapı IŞİD ve El Kaide uzantılı diğer grupların elinde. Urfa Akçakale’nin karşısındaki Tel Abyad ve Antep’in Karkamış ilçesinin karşısındaki Carablus IŞİD’in kontrolünde. Kobani ise Tel Abyad ve Carablus’un tam ortasında. Kobani düşerse IŞİD, kendi bölgeleri arasında kesintisiz bir irtibat sağlayacak. Ve de haliyle büyük lojistik destek aldığı Türkiye ile sınır komşusu olacak. Bölge ülkelerinin ve uluslararası güçlerin gözleri bu nedenle Kobane’de.

•  •  •

Nazi askerleri tüm teçhizatlarına, ağır silahlarına ve moral üstünlüğüne rağmen Stalingrad’da çakıldı. İkinci Dünya Savaşı’nın kaderi de böylece değişmiş oldu. Kobane’nin direnişi de Ortadoğu’nun kaderini değiştirebilir. Kobane, bölgeyi Ortaçağ karanlığına sürüklemek isteyenlere karşı bir insanlık direnişidir. Her ne şekilde olursa olsun, bu direnişin yanında olmak insanlığın boynunun bir burcudur.

Ancak kritik soru şu; insanlık bu borcu nasıl ödeyecek? Her şeyden önce emperyalist müdahalecilikten medet umma hatasına düşülmemeli. IŞİD vahşetine karşı çıkarken emperyalist saldırganlığa davetiye çıkarılmamalı. Unutulmamalı ki Ortadoğu’yu kan gölüne dönüştüren bu çeteler ABD’nin başını çektiği emperyalist güçler eliyle desteklenerek ve onların yarattığı kaotik iklim içerisinde gelişip güçlendi. Bunun içindir ki IŞİD çetesine de emperyalist müdahaleciliğe de hep birlikte “hayır” denilmeli. Yapılması gereken ise acilen bölgede geliştirilen emperyalist müdahaleciliğe, barbarlığa ve çetecilere karşı halkların dayanışmasını güçlendirmek olmalı. En azından buradan başlanabilir.