Şu “travma” tartışmasını zerre kadar önemsemiyorum. AKP Gn. Bşk. Yrd.cısı Fırat’ın sözlerini manşetlere taşıyanlar, daha önemlisi muhalefetin anasını yapmak için şimdi de buna...

Şu “travma” tartışmasını zerre kadar önemsemiyorum. AKP Gn. Bşk. Yrd.cısı Fırat’ın sözlerini manşetlere taşıyanlar, daha önemlisi muhalefetin anasını yapmak için şimdi de buna sarılanlar boş işle uğraşıyor.

Evet, her devrim bir toplumsal travma yaratır. Kemalist devrim de yaratmıştır. Ayrıca,  travma illa da kötü değildir. Peki, bu kadar gürültü neden? AKP’nin dini temellerini ve Kemalizmle de sorunları olduğunu kanıtlamak için mi? Bunu kanıtlamak için bunca debelenmeye gerek var mı?

AKP kendisini ne kadar muhafazakâr demokrat bir “AK Parti” olarak tanımlarsa tanımlasın, onun güçlü İslami kökleri, pratiğinin her aşamasında ve 6 yıldır sürdürülen kadrolaşmada görülüyor. Fırat ya da bir başka AKP yöneticisi “Vallahi travma falan yok, yaşasın Kemalist devrim” diye slogan da atsa ne olur?

Bir türbana, bir travmaya sarılarak ve de umudu mahkeme kararlarına bağlayarak muhalefetin anasını yapmak mümkün değil. Bugüne kadarki muhalefet pratiği de bunu kanıtlamış olmalı!

Geçen yazıda da söz ettim, hafta sonunda Dostluk Yardımlaşma Vakfı’nın sempozyumunda “İnsan Hakları ve Adalet” konusunu tartıştık. Sevgili Prof. Mithat Sancar, “Adalet muğlak bir kavramdır, adaletsizlik ise çıplak” dedi, “Marx adalet kavramını sevmez. Adalet kavramının mevcut eşitsizlik ve örgütsüzlük durumunu örtmeye yaradığını düşünür” diyerek başladığı açılış konuşmasında.

“Adaletin muğlak, adaletsizliğin çıplak” olduğundan hareketle bir manşet yapmıştı dün Milliyet. Ellerine sağlık! “Sadece 2006’da 300 bine yakın dosya zamanaşımıyla ortadan kalktı, sanıklar cezasız kurtuldu. Zamanaşımından en çok yararlananlar devleti soyanlar, kamu görevlileri ve işkenceciler oldu. Ancak devleti hedef alan siyasi davalar onlarca yıl sürüyor” demişlerdi, manşetin spotunda.

Altta bir fotoğraf. Yıllardır sonuçlanamayan davalardan birine, Devrimci Yol davasından. Ön sırada Oğuzhan Müftüoğlu, Ali Başpınar, Melih Pekdemir görünüyor, açıklanan karara sloganlarla tepki gösterirken.

Habere ilham veren “Hayata Dönüş” operasyonunda 12 kişinin öldüğü Bayrampaşa Cezaevi’ndeki mahkûmlara işkence etmekten yargılananların davasının zamanaşımına uğramış olması. Hatırlayın; açlık grevlerine son vermek, içerde devlet egemenliğini gerçekleştirmek, ölüme yatanları “hayata döndürmek” için yapılan operasyonda ikisi asker 32 kişi ölmüştü. Cezaevleri yakılıp yıkılmıştı.

İçerde neler olduğu konusunda sağlıklı bir haber alamayanların kulaklarına mıhlanan bir çığlık, Bayrampaşa’dan yaralı çıkan Birsen Kars’ın ambulanstan inerken haykırdığı o cümle hâlâ asılı havaya: “Diri diri yaktılar!”

Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk zamanaşımını hukuka, adalete uygun buluyor: “Zamanaşımı hukukun kabul ettiği bir kurumdur. Hukuk devletinde bütün davalar sonsuza kadar sürmez” diyor. Mahkumların diri diri yakılarak hayata döndürüldükleri operasyonun bugün de arkasında: “Sonuçları itibariyle ülke yararına olmuştur. Cezaevlerinde insan onuruna uygun bir yaşam koşullarının sağlanması bakımından ve devlet egemenliğinin gerçekleşmesi bakımından yararlı olmuştur”.

Marx’ın hazzetmediği “adalet” bu olsa gerek. Kimi Marxistler, “... adalet insan eylemlerinin ve toplumsal kurumların ölçülebileceği bir standart değildir, bizatihi her üretim tarzının ölçüldüğü bir standarttır. Bu da köleciliğin köleci toplumda zorunlu olarak adil olduğu (ancak feodal ya da kapitalist toplumlarda adil olmadığı) ve kapitalist sömürünün kapitalist bir toplumda zorunlu olarak adil olduğu (ve kapitalist olmayan toplumlarda dail olmadığı) anlamına gelir” diyorlar.

Bizim Adalet Bakanı Türk’lerimiz ve diri diri yakanları zamanaşımıyla kurtaran adalet sistemimiz bu yorumları desteklese de, insanlığın çıplak adaletsizlik karşısında isyan edecek bir vicdanı olduğuna inanıyorum ben.

Bir de, muhalefetin anasını türbana travmaya takılarak değil, diri diri yananlara bakarak yapabilsek!