Cumhurbaşkanlığı’na bağlı Strateji ve Bütçe Başkanlığı (SBB) 12’nci 5 Yıllık Kalkınma Planı’nı kamuoyuyla paylaştı. Devletlerin, ulusal stratejiler oluşturması, bu stratejilere hükümetlerin sadık kalması 20’nci yüzyıldan miras kalan bir gelenek. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin hükümet sistemi 2023 yılı itibariyle bir plana sadık kalacak kadar tevazu sahibi değil. Plana uyulmazsa ne olur? En fazla ayıp olur… Nitekim bu zamana kadar planlara sadık kalınmadı. Ne oldu? Ayıp oldu… 

60 yıllık planlama geleneği 

Türkiye’deki planlama geleneği 1961 Anayasası ile oluşturulan Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) tarafından oluşturuldu. Fakat 61 Anayasası, DPT’ye özel bir önem atfediyordu. DPT’nin hazırladığı planlar, kamu kesimi için emredici, özel kesim içinse tavsiye niteliğindeydi. Dolayısıyla, DPT planı hazırlar, hükümetler değişse dahi, planın çerçevesinin dışına çıkamazlardı. 1963’ten itibaren hazırlanan ilk 4 beş yıllık kalkınma planı bu nedenle geniş kapsamlı ve ekonomi tarihimiz açısından son derece önemli metinlerdi. Planların takibi de DPT’ye verilen yetkiler sayesinde yine DPT tarafından yapılırdı. Bu nedenle, 1960-80 arasında DPT müsteşarları kamunun en yetkili bürokratlarından sayılırdı. Örneğin, Turgut Özal, DPT Müsteşarlığı döneminde kendisini tanıtmıştı. 

Fakat 12 Eylül 1980’den sonra çıkarılan 82 Anayasası, DPT’yi kaldırmadı ama DPT’nin yetkilerini budadı. 5 Yıllık Kalkınma Planları hazırlanmaya devam etti ama bu planlar hükümetler için bağlayıcı değildi. Bu durum özellikle merkez sağ iktidar anlayışına son derece uygundu. DPT’nin yetkilerinin aşınması, bir planın çerçevesine girmek istemeyen hükümetlerin de işine geliyordu. Sermaye hareketlerinin tam serbest olduğu, piyasaların aşırı kırılgan olduğu, finansal şoklara dayanıksız hale gelmiş bir sistemde, 5 yıllık planlar da işlevini kaybetmişti. 1 ay sonraki dolar kurunun tahmin edilemediği bir sistemde 5 yıllık plan yapsanız, bu plana ne kadar riayet edebilirdiniz ki… 

Böylece 5’inci Beş Yıllık Kalkınma Planı’ndan itibaren, DPT’nin hazırladığı planlar anlamını yitirmeye başladı. DPT bunun yerine özel ihtisas komisyonları aracılığıyla sektörel raporlar hazırlayan bir kuruma dönüştü. Örneğin, 1999 Depremi’nden sonra DPT hazırladığı Deprem Raporu’nda hükümetleri uyarıyor, Marmara Bölgesi’nin nüfus yoğunluğunun azaltılması gerektiği, sanayi yatırımlarının Anadolu’ya taşınması gerektiğini vurguluyordu. Uyuldu mu? Hayır. Ne oldu? Ayıp oldu… 

2002’den itibaren iktidara gelen AKP, tam da neoliberal dönüşüm sürecini tamamlamayı hedeflediğinden, ipleri tümüyle piyasaya bırakmaya çabalayacaktı. Bu dönemde çıkarılan, 8’inci ve 9’uncu Beş Yıllık Kalkınma Planları’ndaki yol haritasına da uyulmadı. 

61 Anayasası’nın öngördüğü, icranın dışında, hükümetten bağımsız bir planlama teşkilatı, 1980’den sonraki neoliberal programda bir tür Think – Tank kuruluşuna dönüşüyordu. Buna rağmen, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumsal kapasitesinin en gözde kurumu olmaya devam etti DPT. Kamuda çalışan en nitelikli uzmanlar DPT bünyesinde istihdam ediliyordu. DPT’nin hazırladığı ihtisas raporları doktora tezlerine kaynak oluşturuyordu. Fakat Erdoğan iktidarının vizyonunda devletin hükümetlerden bağımsız biçimde geleceğe ilişkin öngörülerde bulunması anlamsızdı. Bu devlete yön verecek tek bir güç vardı, o da hükümetti. Kurumsal kapasite “Bürokratik vesayete son” sloganıyla yıkıldı. İşte bu anlayışla 8 Haziran 2011’de DPT lağvedildi. 50 yıllık kurum bir yana yüzlerce DPT uzmanı da özel sektöre yönetici oldu. 

Erdoğan’ın vizyonunda plan yok 

Erdoğan’ın vizyonunda plan, hükümetin riayet etmesi gereken bir şey değildi. Zaten hükümet hiçbir biçimde sınırlandırılamazdı. O kadar ki, yargı ve yasama dahi hükümetin kontrolünde olmalıydı. Planı yapacaksa da hükümet yapardı. Uyarsa uyar, uymazsa da uymazdı. Bu kapsamda, kapatılan DPT’nin yerine Kalkınma Bakanlığı kuruldu. Hükümetin dışındaki planlama kapasitesi hükümete dahil edildi. Böylece kalkınma planlarının dili de değişti, siyasileşti, ciddiyeti kayboldu. 

Fakat bir bakanlığın 5 yıllık plan hazırlaması da tuhaf bir yöntemdi. Bakan değişse ne olacaktı? Nitekim öyle de oldu. Kalkınma Bakanlığı öyle önemsiz hale getirildi ki, 7 Haziran – 1 Kasım 2015 Arasında kurulan geçici hükümette Kalkınma Bakanlığı HDP’ye verildi. 

Kalkınma Bakanlığı’ndan da istenen verim alınamamıştı. Erdoğan, planı yürütmenin içine yedirmek istiyor, tümüyle kendisine bağlamayı amaçlıyordu. Bakanlık bile olmamalıydı, Cumhurbaşkanı’nın altında bir birim yapmalıydı planı. 16 Nisan 2017 Referandumu ile getirilen Başkanlık Sistemi’nde arzu ettiği oldu. Artık 5 yıllık planları Cumhurbaşkanlığı’na bağlı Strateji ve Bütçe Başkanlığı hazırlıyor. 

Plan ile program uyumsuz olur mu? 

Fakat 12’nci Kalkınma Planı ile artık tümüyle anlamını kaybetmiş bir planlama tekniği açığa çıkmış oldu. Beş yıllık kalkınma planları, 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetim Kontrol Kanunu’na göre bütçeleme sürecinin başını oluşturuyor. Önce 5 yıllık plan hazırlanıyor, sonra bu plana uyumlu Orta Vadeli Program (OVP) hazırlanıyor sonra bu programa uyumlu yıllık bütçe oluşturuluyor. Fakat bu yıl, kanuna bile riayet edilmedi, OVP’den önce hazırlanması gererek plan, OVP’den sonra hazırlandı. Kanuna bile uyulmadı. Ne oldu? Ayıp oldu… 

Hiç değilse, plan ile program arasında bir uyum olmasını beklemek hakkımızdı. Ama o da olmadı. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın hazırladığı OVP’ye göre işsizlik oranı 2024’te yüzde 10,3’e yükselecek, sonra peyderpey düşerek 2026’da yüzde 9,3’e gerileyecek. Ama Cumhurbaşkanlığı’na bağlı SBB’nin hazırladığı 2024-2028 arasını kapsayan Beş Yıllık Plan’a göre her ne olursa olacak, planın sonunda işsizlik oranı yüzde 7,5’a düşecek. 2027 ve 2028’de ne olacak da büyüme oranı yüzde 5 olmasına rağmen işsizlik oranı 2 puan birden düşecek? Belirsiz… OVP’ye göre 2026’da kişi başına düşen gelir 14 bin 855 dolara yükselecek, Beş Yıllık Plan’a göre 2028’deki kişi başına düşen gelir, 17 bin 554 dolar olacak. 2027 ve 2028’de ne olacak da uçacağız, belirsiz. 

Beş Yıllık Plan ile 3 yıllık OVP arasında uyum yok. Halbuki önce plan hazırlanmalı sonra buna uyumlu program, ona da uyumlu bütçe oluşturulmalıydı. Önce program hazırlandı. Sonra onunla uyumsuz bir plan oluşturuldu. Laf olsun diye de bir bütçe hazırlanacak. Hiçbirine uyulmayacak. Ne olacak? En fazla ayıp olacak… Çünkü ortada devlet namına tek bir karar alıcı var. O da Erdoğan!