Dünya, uzun zamandır bildiğimiz dünya değil. Özellikle pandemiden sonra ya da onunla birlikte iyice görünür hale gelen bir sonun içindeyiz. Bir yandan gündelik hayat, sanki dünya aynı dünyaymış gibi devam ediyor. Tatile gidiliyor, çalışılıyor, eğleniliyor.  Ama biraz dikkatli olanlar, pahalılık dışında da bir şeylerin farklı olduğunu hissedebiliyor. Sadece siyasetle ilişkili olmayan bir umutsuzluk halinin içten içe herkesi içine aldığı bir gerçek. Seçimler vs yaşanan pek çok şeyi ve durumu açıklamak ya da anlamak artık daha zor. Örneğin binlerce mülteci Akdeniz'de, Ege'de can verirken Avrupa halkları sessiz, hatta bu sessizlik mülteci karşıtlığını destekleyici bir ivmeyi de içinde barındırıyor. Dünyanın pek çok yerinde popülist otoriter siyasetlerin yükselişi bile, bildiğimiz dünyanın sona erdiğinin bir işareti. Bir söyleşisinde Franco 'Bifo' Berardi'nin söylediği gibi, durumumuz yok edilen Mayalara benziyor, benzer bir şaşkınlık, bildikleri ya da inandıkları hiçbir şey, başlarına gelenleri açıklamaya yetmemişti.

Dünyanın sonunun anlamı, düne kadar dünyayı tanımak ve içinde hareket etmek için kullandığımız kavramsal, algısal, duyuşsal kategorilerin artık hiçbir şeyi açıklamamaya başlaması. Bu tür dönemlerde büyülü düşüncelerde, komplo teorilerinde, kült tarikatlarda, otoriter düşünce ve inanışlarda bir artış olur.

SAHTELİK

2020'de 'Sahtelik ve Felaket' adlı gazete yazımda şöyle yazmışım: "Çocukluğumuzdan itibaren en çok ihtiyaç duyduğumuz şey anlatılar... Bir çocuk, neden masal dinleyerek uyumayı tercih eder? Etrafımızı saran belirsizlikleri yok edecek, gözümüze anlamsız gelen her şeyi anlamlı bir bütün olarak önümüze koyacak anlatılar olmaksızın yaşayamazdık. Çocukluğumuzda bu ihtiyacımızı anne babalarımız karşılıyordu, büyüdüğümüzde uzmanlar... Uzmanların içine bilim insanlarını, sanatçıları, politikacıları, YouTuberları, yazarları vs koyabiliriz. Artık anlatılar yeterli gelmediği ve hakikatle bağları zayıfladığı için mi, bildiğimiz anlamda dünyanın sonu arzulanır oldu? Felaketler karşısındaki bu vurdumduymazlığı başka nasıl açıklayabiliriz?"

12 EYLÜL

Bu yazıyı 12 Eylül günü yazıyorum. İster istemez gözümün önüne o günlerle ilgili anılar geldi. Jandarmanın eve postallarıyla girip kitap araması. O zamanlar ilkokula gidiyorum. Annem ve babamla arabanın içindeyiz ve araba kontrol noktasına gelince, içeridekiler görünsün diye arabanın iç lambası açılıyor. Milyonlarca insanın hayatını etkileyecek önemli bir gün, dünyanın sonuna doğru hızlıca koşulan... O günü bugüne bağlayan şey, siyasal durumlar dışında, benzer bir 'tekinsizlik' hissi.

TEKİNSİZLİK

Freud, alışılmadık, rahatsız edici, ürkütücü, şaşırtıcı, hatta dehşet verici tekinsizlik duygusunun bilinçdışıyla bağını kurar. İlla yeni bir şey olması gerekmiyordur, tanıdık bir şeyin alışık olunmayan bir şeye dönüşmesi de tekinsizliğe yol açabilir. Hayal ile gerçek arasındaki sınırların ortadan kalktığı bu tekinsizlik durumu, kişiyi bir boşluğa doğru sürükler.

''The Third Unconscious' adlı kitabında Berardi, gittikçe kitlesel bir halde yayılan bu tekinsizlik hissini, dijitalleşen dünyanın insanlarda yarattığı psikolojik ve bilişsel mutasyona bağlamıştı. İnsandaki sinirsel yapı, bu denli fazla uyaranı taşıyıp işlemekte güçlük çekiyor. Benlik parçalı bir bütün halinden çıkıp tamamen parçalanma eğiliminde, çünkü bilinçdışı geçmişten ziyade bugüne ait bir şeye dönüşüyor ve tıpkı Instagram ya da Youtube'daki video akışları gibi önemli önemsiz ayrımı olmadan yüzeysel ama yoğun bir bilgi akışı içinde zihinler sadece depolayan pasif birer aygıta, hatta çöplüğe dönüşüyor. Tam da böyle bir zamanda yapay zekânın yaygınlaşması tesadüf olmasa gerek.

Psikanalist Andre Green'in bahsettiği 'sessiz psikoz'u yaşıyor sanki insanlık, yoğun ve güçlü bir ilgisizlikle birlikte yıkıcılığın ortaya çıktığı... Önce durup anlamak, tekinsizlik hissini yaratıcı bir enerjiye dönüştürerek...