Ebrar ve Vargas tamam da, Perinaz niye başlıkta diyebilirsiniz.

Perinaz… Yani; varlığı partinin tüm üst yöneticileri tarafından yalanlanan ama seçim öncesi koşullarda bir arkadaşın tavsiyesiyle araştıramadan danışmanlığına atadığını Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı Mahpeyker Yaman

Eh, bambaşka bir bağlamda olsa da, onu da Ebrar ve Vargas kadar konuştuk, değil mi?

Derdim bu isimler değil, onların neyi temsil ettikleri ve yer aldıkları yapılar, ama daha çok da “biz”! Kendisini seküler, demokrat, sol ve muhalif olarak tanımlayan “biz”.

Kadın voleybolcuların başarısında tehdit altında hissettiğimiz seküler hayatlarımızın ayağa kalkışını hissettik. Seçimde yenilen muhalif halimize can suyu gibi oldu. Sosyal medyada Vargas siluetinin fesi tokatladığı bir görseli paylaştıkça paylaştık. Bir oyuncunun “ŞAK!” diye vurduğu kütün Taliban görüntülü bir kafada “ÇOTANK!” diye patladığı karikatürü aramızda dolaştırıp durduk.

Çok sevindik, biraz umutlandık, teselli bulduk… Ama o kadar!

Korkarım ne Ebrarlı Vargaslı takımdan ne de Perinaz Mahpeyker’den alınması gereken dersi aldık. Oysa o ders çok netti: Takım ol ki kazanabilesin!

Ebrar’a ve en çok onun cinsel yönelimi üzerinden kadın voleybolcularımıza saldıranların küçük bir azınlık olduğunu da söyleyenlerimiz de oldu. Doğru da!

Ancak, başlıktaki isimlerden öğrenmemiz gereken bir şey de şu: “Takım olabilen” azınlıklar, büyük “kalabalıklar”a olağanüstü zaferler de yaşatabilirler, hezimetler de!

On yıllardır bir azınlık olarak bakılanlar, takım olarak çalıştıkları için konserleri, sergileri yasaklatacak; sanatçıları, aydınları, gazetecileri yargılatıp hapislere attıracak; eğitimi adım adım laiklikten uzaklaştırıp Diyanet İşleri’yle birlikte “milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlere bağlı” öğrenciler yetiştirmek için ÇEDES’i dayatacak noktaya geldiler.

Biz”, tek tek muhalifler olarak, mükemmel bir takım olan voleybolcuların başarısı üzerinden sosyal medyadaki konfor odalarımızdan seküler hayatlarımızı tehdit edenlere ne güzel “smaçlar” attık, atıyoruz.

Şimdi ben, o “biz”e, Ebrar gibi “Boş yapmayın!” desem ağır mı olur? Evet “boş yapmayalım”, takım olalım!     

Takım olmak; ortak bir amaç veya hedef doğrultusunda uyum içinde ve hiç pes etmeden birlikte çalışmak demek. İzlenecek taktik ve stratejilerde net olmak demek. Bireysel başarı olamayacağını, birbirimizin önüne geçmek için değil, birbirimizin açığını kapatmak için yarışmayı bilmek demek. Farklı uzmanlık, beceri ve deneyimleri bütünleştirebilmek demek.

Takım olmak; takımın her bir üyesinin birbirine güvenmesi demek. Takım içinde çıkacak sorunları takımı bozmadan çözebilmek demek. Takımdaki farklılıkları kabul etmek, onlara saygı duyup sahip çıkmak demek. İyi bir kaptanın (koç, lider) olması ve onun takımda herkese hak ettiği kadar ve gereken pozisyonda yer vermesi demek.

Takım olmak; takımın başarısını takım dışından ve takımın felsefesiyle (ideolojisi) ilgisi olmayanların transferine bağlamamak demek.

Aslında, takım olmak örgüt olmak demek!

Şimdi, bir tüm oyuncuları ve koçuyla mükemmel bir takım olan voleybolcularımıza, bir de onların zaferiyle mest olan “biz”e bakalım.

Ne kadar takımız? “Ebrarlar”ımıza ne kadar sahip çıkıyor, saygı duyuyoruz? Ne kadar karşı takımdan uyumsuz transferlerle kolay başarılar peşinde koşuyoruz? “Biz”im “koç”lar ne kadar hak edeni hak ettiği yerde oynatıyor, ne kadar bir arkadaşın tavsiye ettiğini vekil, başkan, danışman yapıyor?

Takım olamazsak, ne kadar Mahpeyker toplayıp ne kadar “kalabalık” olursak olalım, kazanamayacağız. Voleybolcu kadınlardan öğrenmemiz gereken de bu işte!