Naciye Tan, Özgecan’ın katillerinden Suphi Altındöken’in annesi, Necmettin Altındöken’in eski karısı. Naciye Tan, oğlu ile eski kocasına yönelik toplumsal tepkiye “Hiçbir çocuk ne katil, ne hırsız, ne terörist doğar” diyerek katıldı. Bu, katilin arkasındaki azmettiricileri işaret eden son derece pedagojik bir açıklama. Nitekim Naciye Hanım, önce oğlunun birini öldürebileceğine inanmamış. Babanın, yani eski kocasının olayın içinde olduğunu öğrenince emin olmuş. Anne, hastalık olarak gördüğü oğlundaki şiddet eğiliminin öğrenilmiş bir davranış olduğunu söylemek istiyor. Eski kocasıyla yaşadığı şiddet dolu yılların öfkesiyle asıl katilin (azmettiricinin) baba olduğunu söylemiş olabilir desek de deliller anneyi doğruluyor. Peki, bir zamanlar baba da bir çocuk olduğuna ve katil olarak doğmadığına göre onu “insanlık dışı” dediğimiz davranışlara yönlendiren azmettirici kimdi veya neydi?

Sosyal antropologlar, saldırganlığın içgüdüsel olmayıp, olumsuz koşullar sonucu ortaya çıkan davranış bozukluğu olduğu görüşünde. Olumsuz koşuldan kasıt, tek kelimeyle güvensizlik; güvensizliğe yol açan birçok nedenden birincisi yoksulluk olarak adlandırdığımız maddi güvencesizlik ise ikincisi her şeye rağmen bireyin varlığının güvencesi olan kültürel ve sosyal yoksunluk. İlkel komünal toplumlardan bu yana tüm düzenler, ortadan kaldırmak bir yana yoksulluğu daha da yaygınlaştırdı. Bireyin tabi tutulduğu eğitim de, onun insani kapasitesinin geliştirilmesinden ziyade sürü eğitimi yoluyla terbiye edilmesine yönelik oldu. Demek ki şiddeti ortadan kaldırmak için en azından yoksulluk ve yoksunluğun ortadan kaldırılması gerekiyor.

İnsanların, bireysel çabaları ile namuslu yolları takip ederek yoksullukla baş edebilmeleri mümkün değilken alternatif öğrenme yöntemlerini (sanattan, edebiyattan, doğadan, bilimden öğrenme) kullanarak insanlaşma önündeki engelleri aşabilmesi, yani yoksunluğunu giderebilmesi mümkün. Nitekim kültürel yoksunluğunu giderebilmiş, toplumsallaşma ve insanlaşma sürecinde yol almış yoksulların şiddetten uzak durmayı başarıp, bu niteliklerden yoksun varsılların şiddeti benimsemiş olması bu tezi doğruluyor! Münevver Karabulut’u testereyle biçip çöp konteynerine atan Garipoğlu Ailesi yoksul değildi. Katil Cem Garipoğlu altı dil öğrenmiş yoksulluk görmemiş bir lise öğrencisiydi. On kuruşluk baharatı ıslanacak diye Nuh Köklü’yü bıçaklayarak öldüren bakkal Serkan A.’nın şiddeti besleyecek ölçüde yoksul olmadığı görülüyor. Dünyanın en zengin devlet yöneticilerinden Tayyip Erdoğan ha keza; hunharca katledilen yüzlerce kişinin ölümünü Roboski ve Gezi’de olduğu gibi “Emri ben verdim” diyerek üstlendi. Henüz bunların acısını sindirememişken bir adamın karısını doğrayıp evsel atık gibi çöp bidonuna attığı haberi geldi. Oturduğu koltuğu CHP ve HDP milletvekillerinin başına vuran adamları diğerleriyle karşılaştırın; daha insani olduklarını söylenebilir misiniz?

Naciye Hanım’ın eğitim durumu nedir bilmiyorum, fakat kötülüğün sonradan öğrenildiğinin ve kuşaktan kuşağa aktarıldığının farkında. Onun ve antropologların görüşüne göre insan sonradan bozuluyor. Eğitim ise bozulan insanı tamir etmek için icat edilmiş oluyor. Yoksulluğuna rağmen insanlaştırıcı bir eğitimden geçen bireylerin şiddetten uzak durmayı başarırken sürü eğitiminden geçmiş varsılların şiddeti tutku halinde benimsemesi, kişinin kusuru olmayıp tamirci ve tamirhane sorunu ile karşı karşıya olduğumuzu gösterir. Öyleyse bilimsel ve laik eğitim talebiyle ortaya çıkanlara desteğimizi sürdürmeliyiz. Çünkü laik ve bilimsel eğitim, bireyi/toplumu olumlu yönde değiştirmeyi öngörür; bireye, ötekinin de türünün en az kendisi kadar saygın bir üyesi olduğu farkındalığını kazandırır. Daha da önemlisi, sorunlara alternatif çözüm yolları sunar; rakibini tokmakla susturmaya kalkışanlara üzerinde mikrofon bulunan ortadaki kürsüyü işaret eder.