Google Play Store
App Store

Bilimsel sosyalizmin kurucularından Friedrich Engels, Londra’da bir nevi sürgün yaşadığı günlerde Josep Bloch’a kalem aldığı 21 Eylül 1890 tarihli mektupta, “Tarihsel maddecilik anlayışına göre, tarihteki belirleyici (tayin edici) faktör, ancak son kertede, maddi hayatın üretimi ve yeniden ortaya konulmasıdır. Ne Marx ne de ben bundan fazlasını söylemiş haldeyiz” diye yazar. Devamında da şöyle der: “Herhangi bir kimse bu düşüncemizi, ‘ekonomik faktör biricik belirleyici faktördür’ şekline sokacak kadar değiştirir ve bozarsa, ileri sürmüş olduğumuz bu yargıyı, bomboş, soyut ve saçma bir söz haline getirmiş olur.”


Engels’e göre ekonomik durum temeldir ama “Üstyapının çeşitli bölümleri (sınıf mücadelesinin hukuki biçimi ve sonuçları) bir sınıfın zafer kazanışından sonra ortaya konmuş olan anayasalar vb., hukuki şekiller ve hatta bu mücadelelerin, mücadeleye katılanların zihninde yarattığı yansılar, politik, hukuki ve felsefi teoriler, dini görüşler ve bunların dogma halinden sistem haline gelmelerine kadar geçirdikleri gelişmeler de tarihi mücadelelerin akışı üzerinde etkilerini gösterir ve çoğunlukla bu mücadelelerin biçimini öncelikle belirlerler.”

EKONOMİ TEK BELİRLEYİCİ Mİ?

Kimilerine göre Marksizme Marx’tan da fazla katkı sunmuş olan Engels, -Kapital’in II. ve III. ciltlerini Marx’ın notlarından ve el yazılarından derleyerek yazar- ilerleyen satırlarda şöyle devam eder: “Ekonomik hareketin sayısız rastlantılar arasından zorla ilerleyen bir şey gibi sonunda kendine içlerinden yol açtığı bütün bu faktörler arasında karşılıklı etki ve tepki vardır. Böyle olmasaydı, teorinin (maddeci tarih görüşünün) herhangi bir tarih dönemine uygulanması birinci dereceden bir denklem çözmek kadar kolay olurdu.”

Alman filozof ve düşün insanı satırlarını şöyle noktalar: “Tarihimizi kendimiz yapıyoruz ama her şeyden önce, sıkı sıkıya belirlenmiş öncüller ve şartlar içinde yaşıyoruz. Bunlar arasında en sonunda belirleyici olanlar ekonomik şartlardır. Bununla birlikte politik şartlar ve başkaları; hatta insanların zihinlerinde çöreklenmiş gelenekler, son sözü söyleyememekle birlikte önemli rol oynarlar. Prusya devletini şekillendiren ve geliştirmeye devam eden şeyler de tarihi şartlar ve en sonunda ekonomik şartlardır. Bundan başka son sonucun büyük sayıda bireysel iradenin çatışmaları sonunda ortaya çıkması yoluyla tarih gerçekleşmektedir. Ama bu bireysel iradelerin her biri de birtakım tikel varlık şartlarından örülmüştür.”

Engels’ten yapılan uzun alıntılar bize bir kez daha bugünü ve yarını anlamak için diyalektiği, tarihsel maddeciliği anlamanın elzemini hatırlatıyor. Aynı zamanda tüm siyasal/toplumsal/ekonomik koşullara rağmen, parmağını kıpırdatmadan, hiç bir şey yapmadan “ekonomi götürür” söyleminin arkasına saklanmanın neden yanlış olduğunu gösteriyor. Tarihsel diyalektik göstermiştir ki, evet altyapı üstyapıyı belirliyor ancak üstyapının da bir özerkliği var ve altyapıya tesir edebiliyor. Ekonomi temel belirleyici ama tek belirleyici değil. Seçim sathı mahalline girilmişken yeniden Engels’i okumakta yarar var!
*Yukarıdaki alıntıların kaynağı Kırmızı Kedi’den yeni çıkan Friedrich Engels’in Sosyalist Düşüncenin Gelişmesi kitabı.

***

SUDAN, KAZAKİSTAN, SRI LANKA... ÜÇ AYAKLANMANIN GÖSTERDİKLERİ

Son üç yılda dünyanın farklı bölgelerinde üç muazzam halk ayaklanması yaşandı. Birincisi Nisan 2019’da kuzeydoğu Afrika ülkesi Sudan’da, ikincisi bu yılın başlarında Orta Asya ülkesi Kazakistan’da, sonuncusu ise içinde bulunduğumuz ayda Güney Asya’nın ada ülkesi Sri Lanka’da vuku buldu. Sudan’da 30 yıllık diktatör Ömer El Beşir, Sri Lanka’da 20 yıllık Rajapaksa hanedanlığı, Kazakistan’da da yine 30 yıllık Nazarbayev sultanlığı alt edildi.

Her üç ayaklanmanın niteliği de, dinamikleri de, aktörleri de benzerdi. Ekonomik krizlerin tetiklediği, halkın tüm bileşenlerinin içinde yer aldığı bu ayaklanmalar biriken onlarca yıllık enerjinin patlamasıyla kendiliğinden ortaya çıktı. Kiminde zamlar, kiminde yoksulluk kiminde de kıtlık tetikleyici unsur oldu. Kısa sürede sosyal ağlar üzerinden dalga dalga ülkelerin her bir tarafına yayıldı.

BENZERLİKLER, EKSİKLİKLER

Her üç ülkedeki ayaklanmalarda eksiklikler de, hatalar da, yapılamayanlar da neredeyse aynıydı. Öncelikle içinde de ayaklanmalara rengini veren bir kesim/yapı yoktu. Sudan’da gençler ve kadınlar, Kazakistan’da enerji işçileri, Sri Lanka’da dar gelirliler bir adım öne çıksalar da kitleleri sürükleyen ana gövde olamadılar. Öncü bir devrimci partinin/liderliğin eksikliği net bir şekilde görüldü.

Solun, devrimcilerin öncülük edemediği bu tarz halk ayaklanmalarının süreç içerisinde sönümlenme, kısmi kazanımlarla yetinme, rejimlerin kökten değişimini gerçekleştirmeden uzlaşmayla sonuçlanma ihtimalleri yüksek. Ve öyle de oldu. Kazakistan’da da, Sudan’da da, Sri Lanka’da da rejimler lideri feda ederek müesses nizamı korumayı başardılar. Sudan ve Sri Lanka’da süreç devam etse de egemenler gerici ittifaklarla parçayı verip bütünü kurtarma stratejisine başvurdular. El Beşir ve Rajapaksa devrildi ancak gerici düzenleri olduğu gibi devam ediyor.

AYAKLANMALAR ÇAĞI

Tabii ki her şey bitmiş değil, toplumsal/siyasal olayların ne zaman, nereye evrileceğini kestirmek zor. Sudan’daki oldukça canlı olan toplumsal muhalefet yıllardır bastırıyor. Askeri cuntanın kontrolündeki yönetime karşı ayaktalar. Sri Lanka’da da benzer bir durumun yaşanacağından şüphe yok.

Çok sık kullandığımız bir çözümleme ancak yeniden vurgulamakta yarar var: Yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin de eskisi gibi yönetilmek istemediği tarihsel bir süreçteyiz. 21’inci yüzyıl yoksul halk ayaklanmalarının yüzyılı olacak. Güney’den esen rüzgâr bunu gösteriyor.