Ekrem Bey’in adaylığı İstanbul’u teslim etmek
Murat Karayalçın. (Fotoğraf: İHA)

Herkes, illa da iktidar medyası, büyük bir iştahla ve adeta siyasetin pornografisini yaparak tek tek kişilere ve tekil olaylara odaklanarak CHP’yi tartışıyor. Siyasal ahlakçılık rolleri de keserek, “Asiye nasıl kurtulur?” cümbüşü içinde CHP’yi “kurtarma” peşindeler. Konuşan çok, söylenen az! O “cümbüş” içinde Murat Karayalçın farklı şeyler söyleyerek uyarmaya çalışıyor. Genel başkanlık da il başkanlığı da yapmış. Devlet deneyimi var; Başbakan Yardımcılığı, Dışişleri Bakanlığı, bakanlık, milletvekilliği ve dünyanın ödüllendirdiği kentsel dönüşüm projelerine (Batıkent) imza attığı belediye başkanlığı var. “Ben olayım” diyenlerin yarattığı toz duman içerisinde “79 yaşında biri olmaz” diye kendisini geri çekerek yol göstermeye çalışıyor. Bu, söylediklerini daha fazla dikkatle dinlemeyi gerektiriyor.

BÖLÜNDÜĞÜMÜZ İÇİN KAYBETTİK

Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul belediye başkanlığını bırakıp CHP Genel Başkanlığına aday olması olasılığını, 1994’de Karayalçın’ın Ankara belediye başkanlığını bırakıp SHP Genel Başkanı olması ve Ankara’nın Melih Gökçek’e kaybedilmesiyle ilişkilendirenler var. Karayalçın’a göre böyle bir ilişki kurulamaz. Kurulamaz, çünkü o belediye başkanlığını bıraktığında Belediye Meclisi bir başka SHP’liyi başkan seçiyor. Gökçek onun ayrılmasıyla değil 6 ay sonra yapılan seçimde solun bölünmüşlüğü yüzünden kazanıyor. “Sol bölündüğü için Melih Gökçek geldi. Sol bölündüğü için Erdoğan İstanbul'da seçildi. Öteki büyük şehirlerde de aynı olay yaşandı. Bunun için solun birlikteliğinin ne kadar önemli olduğunu ifade etme ihtiyacını duyuyorum. Yani bizim belediye seçimlerini kaybetmemiz ve Türkiye'de bu AKP sürecinin başlatılması birbiriyle bağlantılı. Bunun sorumlusu da biziz. Eğer 94’te onlar belediye başkanlığına gelmeselerdi, Erdoğan İstanbul'a, Gökçek Ankara’ya, burada ve öteki kentlerde Refah Partisi'nin kadroları gelmeseydi, Türkiye böyle bir dönemin içine girmezdi.”

Bu noktada, Karayalçın’ın çok önemli bir “zaman” uyarısı var: “Bir siyasi eylemi yapmanız gereken zamanda yapmadığınızda, daha sonra yapsanız bile sonuç alamıyorsunuz. Daha sonrasında yaptığınızda seçmen bunu kabul etmiyor ve sizi cezalandırıyor.” CHP’nin 99’da barajın altında kalmasını bu cezalandırmaya bağlıyor. Ve, “kimsenin önünü kesiyor gibi görünmek istemem” dese de, yerel seçimlere dair yaşamsal bir uyarıyı yapmak zorunda hissediyor. “Ekrem Bey 2024 seçimlerinde partimizin İstanbul belediye başkanı adayı olmalıdır. Eğer Ekrem Bey bunu yapmazsa, bizim bu kurultayımızda genel başkan adayı olursa İstanbul'u AKP ye teslim etmiş olacağız. Bunu ne İstanbullular ne de halkımız kabul eder. 2024 belediye seçimlerinde Ekrem Bey tekrar aday olmazsa zaten bize çok öfkeli olan seçmenin bu kez daha yüksek bir tepki göstereceğinden çok ciddi endişe ediyorum.”

BEYAZ ATLI PRENS YA DA PRENSES DEĞİL, ÖRGÜT KURTARIR

Karayalçın’ın CHP’nin örgütlenmesine ve izlediği siyasete dair iki ana hatta toplanabilecek değerlendirme ve önerileri var. Bunlar “yaşamsal” bir yerel seçime aylar kala çok daha önem kazanıyor. O, isimler üzerinden bir liderlik tartışmasına girmemeye özen göstererek,  örgütlenme ve ideolojik çizgi ile ilgili noktaların altını çiziyor. “Çok iyi konuşan, masaya yumruğunu vuran bir genel başkan bulmak konusu eskiden beri önemli bir sorunumuz. Beyaz atlı prens ya da prenses diyorum… Öyle biri gelsin, çok iyi konuşsun, masaya yumruklasın vesaire ve bizi başarıya ulaştırsın. Örgüt falan yok yani, bunu genel başkan yapacak. Bunun sonucu siyasi tembellik oluyor.”

Liderlik tartışmasının “doğru adam-halkta karşılığı olan adam” ikilemine sıkıştırılmasını da yanlış buluyor. Hindistan’dan İsrail’e dünyadaki kardeş sosyal demokrat partileri bugün içinde bulundukları duruma getireninde “bu adam modeli” olduğunu düşünüyor. Doğru örgütlenme ve siyaset pratiğinin bu “şizofrenik durumu” aşacağını savunuyor. Liderliğin önemini görece azaltan, gücün merkezde toplanarak oligarşik bir yapının oluşmasına izin vermeyen, “halkta karşılığı olan” ile “doğru olan”ı doğal olarak birleştirecek bir örgütlenme modeli ve siyaset tarzı öneriyor.

GENEL MERKEZLER İTTİFAKTAN UZAK DURSUN

Yerel seçimlere aylar kala neredeyse büyük bir telaşla tartışılan ittifaklar konusunda net! Bu konuya geçmişte çok kafa yormuş, İtalyanların Zeytin Ağacı modelini Romano Prodi ile de tartışarak Türkiye’ye taşımaya çalışmış, bugün dünyanın içinde bulunduğu koşullarda bir zorunluluk olduğunu vurgulayan birisi olarak yerel seçimlerde ittifaklar konusuna genel merkezlerin bulaşmamasından yana. Bir genel siyaset çerçevesi çizerler, ama ancak o kadar!

“İttifakların yerele bırakılması, ülke genelindeki gereksiz tartışmaları da ortadan kaldıracak. Suçlamaları, kutuplaşmaları ortadan kaldıracak. Bir de, bana bu koyun pazarlığı gibi geliyor. İşte Adana, Mersin, bilmem nereyi ben isterim, İstanbul'u sana verdim. Bu ne demek, ne kadar ayıp bir şey bu? Şu illeri ben aldım, şu illeri de sana verdim. Yani oradaki insanlar o seçmenler, senin bu ittifakının kölesi mi ki senin dediğine göre oy verecekler? Yani hiç mi onların yerel özellikleri yok? Stratejimizi, yeni kentsel düzen önerilerimizi ortaya koymalıyız. Ardından adaylarımızı belirlemeliyiz. Ardından da yetkiyi ortaya koyduğumuz o strateji çerçevesinde il başkanımıza ve adayımıza bırakmalıyız. Falanca ilçede belki şu partiyle de ittifak yapabilirim, büyükşehirde bilmem kimle yapabilirim, onlar görsünler. 2024 için parti merkezleri bu ittifak meselesine hiç girmesin.”

Dünyada yükselen ve demokrasileri tehdit eden sağ dalga karşısında ittifakları yeni bir gerçeklik ve zorunluluk olarak gören Karayalçın, 14 ve 28 Mayıs seçimleri öncesinin ittifak pratiğini de eleştiriyor. “Bir ittifaka katılan partilerin kendileri gibi olmaları gerekir. Kendi ideolojilerini öne çıkarmaları, kendi siyasi duruşlarını ortaya koymaları gerekir. Bu pratik olarak en çok oy elde edilmesinin de gereğidir. Yani ben sol mahallenin oylarını alacağım, diğer parti de kendi mahallesinin oylarını alacak. En büyük tehlike ittifaka katılanların birbirlerine benzemesidir. Biz bunu yaşadık ve ittifakın yeterince hayrını göremedik.”

Karayalçın’a göre; 6’lı masada kurulan ittifak tüm farklılıklarıyla Türkiye’yi kucaklamak ve cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırmak gibi iki muhteşem hedef ortaya koydu ancak bunları söylemekle yetindi. Bu iki hedefle ilişkisi kurulmamış teknik bir tartışma içinde kalındı. Bunların altını dolduracak, Ecevit’in “Ak Günlere Bildirgesi” gibi bir siyasal metin üretilemedi. Bu yüzden de, tek adam rejimine karşı yalnızca erkler ayrımı ile sınırlı ve eskinin tekrarı izlenimi uyandıran “güçlendirilmiş parlamenter sistem” önerisi halkta karşılık bulmadı.

DEĞİŞİM, DÖNÜŞÜM YA DA YENİLEŞME… AMA ALTINI DOLDURMAK LAZIM 

CHP’deki tartışmanın, hangi kavram kullanılırsa kullanılsın, ki kendisi “dönüşüm” demekten yana, altı doldurulmadan yapılmasının “tartışmadan olmadan çatışma” sonucunu doğurduğunu söyleyen Karayalçın, olabildiğince tabana yayılarak, Genel Merkez’in sağladığı platformlarda, partinin kurumsal kimliği ve başta genel başkan partililerin saygınlığı korunarak, şeffaf bir fikir tartışması yaşanamamasından rahatsız. Seçim sonuçlarının dayattığı bugünkü durumun daha geriye giden nedenleri olduğunu düşünüyor ve altı doldurulmuş tartışmaya zemin olabilmesi için de bir broşür hazırlığı içinde.

O broşür çıktığında, olasılıkla “Türkiye seçmeninin yüzde 60-70’i sağ-muhafazakar kitlelerden oluşuyor, iktidar için oraya yaklaşmak gerekir” anlayışının eleştirisini de göreceğiz. “Sağdan oy alamıyoruz, sağcı transfer edelim onlar bir miktar oy getirsin” anlayışının reddini de. Siyasal tembelliğe ve oligarşik yapıya yol açan “lider merkezli” anlayışın karşısına, bu yaklaşımların fiyasko ile sonuçlandığını vurgulayarak, örgütü önceleyen bir yaklaşımı koyacak.

Karayalçın’ın “dönüşüm” önerisinin merkezinde halkı, üyeyi, örgütü öne çıkarmak, “halkı örgütlü bir biçimde kamu yönetiminin içine sokmak” ve sorun çözme odaklı yerel, bölgesel projelerle pratik bir siyasal eylemlilik içine girmek var. Dikine bir örgütlenmeden çok, kent konseylerinin de önemsenip işlevsel kılındığı yatay bir örgütlenme var. Onun “proje”den anladığı cep doldurma projeleri değil; bir sorun çözerek değer yaratma ve değeri de adil olarak paylaştırma süreci! “Yaratılan değeri mülkiyet ilişkilerinden ayrı, toplumsal mülahazalarla, sol bir anlayışla bölüşme.” Ona göre, dün ve bugün soysal demokrat belediyelerin hayata geçirdikleri başarılı projeler var ancak pek anlatılmıyor. Yerel seçimlere gidilirken bunlar öne çıkarılmalı!

FABRİKADA, TARLADA, GECEKONDUDA ÖRGÜTLENME

Bu tür projelerin gerçekleştirilebilmesi de örgütlenme gerektiriyor. Mevcut örgütlenmeyi siyasi partiler yasasının getirdiği zorunluluğa uyan “devlet tipi”, “dikine hiyerarşik bir örgütlenme” olarak niteleyen Karayalçın, bu durumun aşılabileceği kanısında. “Biz bölge planlarının uygulandığı yerlerde, üretim odaklı organize sanayi bölgelerinde, ciddi sorunlar yaşanan İstanbul’un Fikirtepe’sinde, gecekondu bölgelerinde, klasik şemanın dışına çıkarak, Ecevit’in fabrikada tarlada örgütlenme önerisinde olduğu gibi örgütlenebiliriz, örgütlenmeliyiz. Fabrikada, tarlada, Fikirtepe’de, Akbelen’de örgütlerimiz olmalı.”

Ona göre, merkez de taşra da yeniden örgütlenmeli. Mahalle temsilcilerinden başlayarak üyelerin yetkilerini sürekli bir üst birime devretmesi sonucu tüm yetkinin merkezde ve genel başkanda toplanması son bulmalı. “Partinin egemeni ve patronu üye olmalı.” 

Ama öyle rastgele üye değil. Eğitimli üye. İyi bir eğitimden geçmek, parti görevlerini yerine getirmek, düzenli aidat ödemek ve kıdem gibi dört unsur üzerinden değerlendirilip puanlanan ve belli bir puanı toplayanların belli pozisyonlara aday olabildiği nitelikli bir üyelik… “Ancak şu kadar puan toplayanlar milletvekili, belediye başkanı ya da meclis üyesi adayı olabilir.”

Tabanda böyle örgütlendiğinizde tavanda “doğru aday” “halkta karşılığı olan aday” ayrımı da kalmayacak. Tavanda ise yetki paylaşımını temel alan bir model gerek. 60 kişilik bir parti meclisi yerine, her ilin bir temsilcisinin olduğu 200 kişilik ve içinde TBMM’dekine benzer komisyonların olduğu, bir tür gölge kabinenin oluştuğu bir parti meclisi öneriyor. Düzenli toplanacak ve sürekli çalışacak. Bu komisyonlarda gündelik hayatta öne çıkan sorunlara çözüm öneren, politika öneren, oluşturan bir çalışma yürütülecek. İleride önemli görevler üstlenecek “liyakatli” geçler, kadınlar bu çalışmalar içinde yetişecek. Tarım komisyonundakiler Konya ovası sulama projesini gidip yerinde çalışacak, oradaki üreticilerle iç içe olacak. Dışişleri komisyonundakiler Bosna’ya, Suriye’ye, Kıbrıs’a gidecek, Zengezur koridorunda gezecek. Parti merkezi böyle çalışacak!

GEZİ TÜRKİYE SİYASET TARİHİNİN EN ŞANLI DİRENİŞİ

Bu dönüşüm kuşkusuz biraz zaman gerektiriyor ve partinin önünde yaşamsal bir yerel seçim var. O seçime gidilirken CHP’nin hızla sol kimliğine sarılarak ruh bulması gerekiyor! Gezi’de tüm Türkiye’yi saran ve ülke için önemli kazanımlar da sağlayan türden bir ruh!

“Seçimlerden sonra sıklıkla televizyonlara çıkmaya başladım. Aslında CHP’nin programında olmayan bir şey söylemiyorum. ‘Biz solcuyuz, biz Atatürkçüyüz, biz aydınlanmacıyız’ diyorum. Bunları dediğim için inanılmaz sayıda telefon, mesaj alıyorum. Bunları söylemek bile heyecan dalgasına yol açıyor. CHP’nin ruhu bu! Biz o ruhu kaybettik! Sol demiyoruz, laiklik demiyoruz. Partinin hemen çeperinde Gezi’de sokaklara çıkanları örgütleyecek şeyler söylemiyoruz. Yerel seçimlere, aslında bütün seçimlere, bu vurgularla ve bunun gereğini yaparak gitmemiz lazım. Solculuk kamuculuk demek. Yoksulları öne çıkarmak demek. Yerel yönetim seçimlerinde kent yoksullarını öne çıkarmak, yoksullara kaliteli kamu hizmeti sunmak, onları dikkate alan kentsel dönüşüm projeleri konuşmak gerek.”

Gezi “en şanlı direniş” diyor. “Türkiye siyasi tarihinin en şanlı direnişlerinden biri ve bunun sonucu olarak şu mesajı ortaya çıktı: Arkadaş, benim yaşam alanıma benim rızam olmadan dokunamazsın. Ve dediklerini yaptırdılar. Yani Topçu Kışlası olmadı. Orada gezi korundu. Şimdi Akbelen’de bunun başka bir örneğini görüyorum. Gezi’nin kırsal uygulaması diye düşünüyorum. Yargının Gezi sanıklarıyla ilgili ilk beraat kararıyla yeni bir insan hakkı olan kent hakkı kabul edilmiş oluyordu. Bundan korktular ve yargı kararını değiştirdiler. Biz şimdi 2024 seçimlerine giderken, Gezi’nin kazandırdığı kent hakkını seslendirmeliyiz. Bu çerçevede yeni bir kentsel düzen programı ortaya koymalıyız.”