Ben bu işin içinden çıkabilir miyim, bilmiyorum. Meraklıyım; Tarihin içinde gezinmeyi seviyorum, daha dün İzmir Kitap Fuarı’nda Ryszard Kapuscinski nam Polonyalı gazetecinin “Heredot’la Yolculuk” kitabını (Habitus Yayıncılık) elime tutuşturan genç arkadaşıma bir teşekkür iletisi yazmadan okumaya koyuldum. Bütün Akdeniz, bütün Afrika, Çin’e kadar, yok şimdi değil, Kapuscinski bekleyecek biraz. Teşekkür ederim Tufan kardeş. Sonra akşam […]

Enhedüanna’nın şiiri

Ben bu işin içinden çıkabilir miyim, bilmiyorum. Meraklıyım; Tarihin içinde gezinmeyi seviyorum, daha dün İzmir Kitap Fuarı’nda Ryszard Kapuscinski nam Polonyalı gazetecinin “Heredot’la Yolculuk” kitabını (Habitus Yayıncılık) elime tutuşturan genç arkadaşıma bir teşekkür iletisi yazmadan okumaya koyuldum. Bütün Akdeniz, bütün Afrika, Çin’e kadar, yok şimdi değil, Kapuscinski bekleyecek biraz. Teşekkür ederim Tufan kardeş. Sonra akşam oldu; akşam olunca ertesi günün sıkıntısı boğmaya başladı beni; biten günün hüznünü bir kadeh şarapla dağıtmaya çabalarken, ne yazacaktım ki ben diye düşündüm. Tamam, 100 yaşını (105 oldu) geçmiş olsa da benim sevgililerim arasındaki yerini koruyan, hep koruyacak olan Muazzez’den söz edecektim – ne büyük edepsizlik, sanki babamın kızıdır da Muazzez diye yazıyorum utanmadan- kuşkusuz Muazzez İlmiye Çığ’dan. Ya da belki onun okuduğu, aktardığı tabletlerden Sümer edebiyatından, o güzel şiirlerden, duru su gibi olanlardan…(Uygarlığın Kökeni: Sümerliler-1. Kaynak Yayınları)

Bugünden bakarak bugünün koşullarıyla, şartlanmışlıklarıyla geçmişe bakmak, yani tarih okumak genellikle yanıltıcı sonuçlara, ama güzel hikayelere götürür bizi. Bir zamanlar hakkında tek bir kelime bile bilmediğimiz Sümerler’le ilgili ne biliyorsak, o eski uygarlığın peşine düşen bilim insanlarından, o eski zamanlarda yazılmış tabletleri sabırla çözen Muazzez İlmiye Çığ’dan öğrenmedik mi? O, insan ömrünün sınırlarını sanki zahmetsizce genişleten, zenginleştiren güzel bir insandır; işi gücü ölüp gitmiş uygarlıklarla, onların dilleriyle uğraşmaktır. Ölüp gitmiş mi gerçekten o uygarlıklar. Yaşıyor olmasınlar sakın…

Ucu kaçtı cümlenin işte.

Geleceği görme felaketi

Geleceği görmek felakettir; öyledir, biz geçmişe gidebiliriz, zaman makinelerimiz yoksa da zamanla yarışan beyinlerimiz var, uğraş didin, geçmişi “görebilir”, yazabiliriz. Geleceği görmekse imkânsızdır; yoktur, o bizimle birlikte oluşur, yalnızca bilim kurgunun fantastik dünyasında hayallerimizi bilimle, teknikle buluşturmaktan, hayalin filozofisi ile renklendirmekten ibarettir. Düşünün, geleceği görebilseydik, bırakın dünyanın pek tatsız bir hal alacak olmasını, geçmişi sürekli eskiterek, hızla arkada bırakarak, bizim hızımızla dalga geçerek geleceğe koşan, sürekli tarih yaratan zamanı nasıl da güldürürdük kendimize. Ama işte şimdiden söyleyeyim de herkes bilsin; tarih yani geçmiş iyidir hoştur da gerçek değil, resmidir. Bilim kurgu ise pek eğlencelidir; insana gelecekle ilgili güzel düşler gördüren bir hayaldir. Yalnızca yaşadığımız an gerçeğin Truth’ın ‘postu’ değil ta kendisidir.

İşte burada laf kalabalığını nihayet terk ediyor M.Ö. 6000’lerde tarih sahnesinde göründükleri söylenen, ilk yazıyı ise 2500’lerde bulan Sümerlilere geçiyorum. Sümer dediysem, bildiğim bir şey değildir, Muazzez Hanım’dan öğrendiğim “gerçekleri” sıralayacak, pek sevdiğim Sümer atasözlerinden, dünyamızın ilk kadın şairinden söz edeceğim.

Sümerlilerin atasözleri, adı geçen kitapta 247-254. sayfalar arasındadır, sanki hepsini de bizden mi kopya ettiler, biz tarihte onlardan önce geliyor olsaydık kesin “bizden almışlar” derdim, peki o zaman biz mi onlardan almış oluyoruz şimdi. Hayır, aynılığın kaynağı toplumların benzer durumlara, aradan yüzyıllar geçse de, benzer tepkiler gösteriyor olmalarıdır.

Umut işte buradan doğar, bildiniz mi?

Hem söyleniyor, söylenirken de inanmak istiyorum bir yandan söylediklerime; günün birinde bir kıvılcım çaktığında bir de bakmışsınız, Sümerlilerle birlikte meydanın kösesinde kurmuşuz sohbeti; “tilkiyi daha yakalayamadık, ama tasması hazır” diye ahkam kesmekteyiz. İyi de ihtiyarlar bize “kendiliğinden olmaz, biraz çaba gösterin, aptallıklardan uzak durun” dememişler miydi.

Size atasözlerinden bir kaçını daha aktarayım, günlük gerçeklerden soyut gerçeğe doğru nasıl ilerlemiş Sümerliler görelim: “Fiyatları indiriyorlar ama gramaj da azalıyor. Bizde ise fiyat artıyor, gramaj iniyor.” Hadi bir adım daha atalım, fukara bürokratı da hedef tahtamıza yerleştirelim: “Bir beyiniz, bir kralınız olabilir ama asıl korkulacak olan vergi memurudur.” Sırada dış politika var, sanki Hobbes Leviathan’dan fırlayıp çıkmış, kaşlarını çatmıştır: “Düşman ülkesine gidip onu yağma ederseniz, düşman da gelir sizin ülkenizi yağmalar. ebedi barışa daha çok var.” Sürüp gider bu böyle. Ama şu atasözü tam bize göredir: “Borç almak sevişmek gibi kolaydır, ama onu geri ödemek, çocuk doğurmak gibi zordur.” Tamam artık kapatalım bu konuyu: “Bir hırsız bütün hırsızlara inanır.”

Ve son: “Çiftleşmeden gebe kalınmaz.”

Şiirsiz de devrim olmaz

Sırada tarihteki ilk kadın şair var. Aslında Sümerlilerin yazdıkları çizdikleri her şey şiir ya da şiir gibi. İlk şair denilince işte böyle bir toplumun içindedir, demek ki özeldir. Tabletlerin kadın çevirmeni de Muazzez Hanım işin kötüsü, yanlış bir şey söylemekten korkmalı, fena çarpar adamı… Her neyse bu kadar ince eleyip sık dokumayalım, şairimiz, ilk Akad kralı Sargon’un kızıdır, Prensestir, aynı zamanda önemli bir tapınağın da baş rahibesi, yani fahişesidir.

Kral kızı Enhedüanna yeteneklidir, ilahiler de yazıyor. Yeryüzünün ilk kadın şairi de odur diyor Muazzez İlmiye Çığ. Onun ünlü 153 dizelik şiiri Muazzez hanımın anlattığına göre dini, tarihi, politik açılardan çok önemli bir şiir imiş. Okuduğum, anladığım ya da anlamadığım kadarıyla büyük bir yenilgiden sonra düşmanlarına lanet okuyan, tanrıçalara övgüler düzen, kendisini kurtarması için büyük tanrıça, aşk tanrıçası İnanna’ya yalvaran Enhedüanna’dan söz ediyoruz. Resmî tarihidir Sümerlilerin. Ama ben anladım ki çok devrimler gelip geçmiştir Sümer’den. Muazzez İlmiye söylüyor zaten tabletlerin çoğu kırıktır, kimi hikayeler de bu yüzden eksiktir. İşte ben de inanıyorum ki, ilk şair Enhedüanna öyle kolay teslim olmamış, şairdir teslim olmaz, kendisi yok olup gittikten sonra da şiirleri kalmıştır. Sümer kaç kere yıkıldıysa şiiri şarkısıyla Sümerce yaşamayı sürdürmüş, değişimin devrimin şiirleri olarak zamanımızın devrimci şairlerine ilham vermiştir. Bu tabletler bulunmadı ama hiç kuşku duymuyorum, vardırlar bir yerlerde; belki de yoktur, ben kurmuş, uydurmuşumdur, çünkü çok uygun düştü Enhedüanna’nın güzel gözlerine…

Nihayet her ne kadar önceden zamanın nasıl gelişeceğini bilemesek de o önümüzden akıp giderken bir takım öngörülerde bulunabiliyor, Enhedüanna gibi yaparsak, yani teslim olmazsak, müdahale edersek bir şeyleri değiştirebiliyoruz. Buna devrim, bize de devrimci diyorlar. Ama öyle çok da abartmayalım, devrim pek geniş bir kavramdır, dolayısıyla devrimci de zor bulunan bir insan cinsi değildir. Mesele şu ki, seçimli ya da seçimsiz, mazbatalı ya da mazbatasız bizim bugünlerde karşılaştığımız sorunların bu anlattığım Sümerliler zamanıyla ilgisi yoktur. Yalnızca şiirledir ilgisi alakası tüm zamanların.

Diyorum ki tarih bugünden bugünün koşulları, şartlanmaları, politik ihtiyaçlarına göre yazılır, üstelik kim yazarsa yazsın daima resmidir. Resmî olmak istemiyorsanız eğer, şiiri, şarkıyı, itirazı başa alacak, hükümdarı inkar edecek, el Beşir ve ötekileri tarih sahnesinden silip atmak için, tarihi resmi olarak değil, devrimci bir tarzla, yaşadıklarınızı kelimelerin lafzına değil ruhuna ağırlık vererek, geleceği öngörerek, birebir yazmaya özen göstereceksiniz.

Nerden nereye geldik. Ama ben bunca zaman ders almış bir eski zaman aşığıyım; her koyda tutulup bıraktığım sevgililerimi unutsam da ne “La Belle Cordiere” Louise Labe’yi, onu da anlatırım bir gün, ne de Muazzez Hanım’ı unutmam, unutamam…