Erdoğan umutlu ama tedirgin

2024 yerel seçimleri, uzun bir aradan sonra muhalefetin ittifak ya da işbirliği yapmaksızın gireceği ilk seçim olacak. Ülkede ittifaklar dönemi genel anlamda bitmese de muhalefet açısından bu konjonktürde son buldu. En azından 31 Mart seçimlerinde en kritik büyükşehirler için bu kesin.

Yaklaşan yerel seçimler büyük oranda İstanbul’daki sonuç üzerinden anlam kazanacak. İstanbul’u kazanan, yerel seçimin galibi olarak kabul edilecek. İktidarın da kente özel bir anlam yüklediği ortada. Muhalefetteki ayrışmanın, İstanbul’u 2019 öncesi pozisyonuna döndürme açısından Saray rejimine önemli bir fırsat sunduğu yadsınamaz.

2017’deki anayasa değişikliği referandumundan bu yana “hayır” diyen muhalefet cephesine üstün gelemeyen Erdoğan’ın, yeni dizilimde istediği denklemi bulması, kazanma umudunu artırdı. 2019’da birlikte hareket ederek İstanbul’u Saray’ın kontrolünden çıkaran muhalefet, bu seçimde ayrı adaylarla seçime girme politikası belirleyerek Cumhur İttifakı’nın adayı Murat Kurum’un kısıtlı avantajını kayda değer bir düzeyde büyüttü.

Muhalefet bu kez, birleşme değil ayrışma konusunda uzlaştı. Bu tablonun oluşmasında Mayıs seçimlerinin belirleyici bir etkisi var. Rejimi yenme amacına ulaşamayan muhalefet aktörleri, yeni dönemde, mümkün olan en yakın zamanda rejimi geriletme stratejisini rafa kaldırarak CHP ile araya çizgi çekti. Kendi talep, beklenti ve ihtiyaçlarını ön plana alan muhalefet partileri, farklı seçeneklere açık, bağımsız pozisyonlara çekildi. Hal böyle olunca muhalefetin yerel seçimlerde, asgari müşterekte bir araya gelebileceği ortak bir hedef de kalmadı.

Siyasette iddialı olmak adettendir ancak planlar, muhtemel sonuçlar üzerinden yapılır. Her ne kadar DEM Parti ve İYİ Parti, İstanbul’da seçim kazanma hedefiyle aday belirlediklerini söyleseler de geleceğe dair yol haritalarını bu beklenti üzerinden şekillendirdiklerini varsaymak pek mantıklı olmaz. İki parti de İstanbul’da seçimi Ekrem İmamoğlu ya da Murat Kurum’un kazanacağını biliyor ve hem bu iki isimden birinin alacağı galibiyetin politik sonuçları hem de kendi oylarının karşılığı dolayımında biçimlenecek şartlar üzerinden strateji kuruyor. Gerçekte ne DEM Parti’nin ne de İYİ Parti’nin İstanbul’u kazanmak gibi bir planı var. 31 Mart gecesi başarının çıtası, partilerin özgül siyasal varlıklarını tasdik edecek bir oy oranıyla seçimi bitirmek olacak. Bu bir noktada anlaşılır çünkü CHP’nin başrolde olduğu siyasal mücadele, bu partileri ister istemez eritiyordu.

CHP’nin yeni yönetimi ise bir önceki dönemden kalan siyasi enkazın faturasını ödüyor. Hoş, partinin yönetiminin değişmesine vesile olan da bu enkazın kendisiydi. Ancak muhalefet bileşenlerinin rejimi yenme uğruna CHP’ye verdiği kredinin 14-28 Mayıs’taki seçim başarısızlığının ardından tükenmesi, daha en başında geniş bir yerel seçim birlikteliğinin oluşmasının önünde ciddi bir engel teşkil ediyordu. Özgür Özel liderliğindeki CHP de bu engeli aşamadı.

Anamuhalefetin İstanbul ve Ankara’da kazanmak için güç birliğine ihtiyacı var. Ekrem İmamoğlu İstanbul’da, Mansur Yavaş da Ankara’da DEM Parti ve İYİ Partililerin oyunu almak zorunda. Aksi halde ittifak şeklinde seçime girme politikasından taviz vermeyen Cumhur İttifakı’nın adaylarına karşı ipi önde göğüsleme şansları bulunmuyor. Yavaş, İYİ Partileri yine ikna edebileceğini düşünüyor. İmamoğlu’nun İstanbul’da güvendiği faktör ise “taban ittifakı”. İBB Başkanı, partilerin kurumsal olarak yan yana gelemediği bir düzlemde, partilerin seçmenlerini “İstanbul’u rejime teslim etmeme” diskurunda birleştirmeye çalışıyor.  

İstanbul’da İmamoğlu’nun taban ittifakıyla seçimi kazanması halinde farklı bir gerçekliği konuşacağız. Zira bu, CHP’li olmayan muhalif tabanın, partilerinin adaylarından çok iktidara kaybettirmek amacıyla İmamoğlu’na yönelmesiyle mümkün olabilir. İşte bu cephe, belki de muhalif siyasi aktörlere, direnen milyonların öncelikli talebinin ne olduğuna ilişkin önemli bir mesaj verecek. İlk etapta istediğini alan Erdoğan’ı tedirgin eden de tam olarak bu.