Önce Erzurum’daki saldırıyı gördük, dün de Konya’da neler olabileceğini, Urfa’daki kurşunlamayı konuşuyorduk. 

Meydanlarda muhalefete atılan taşlardan daha korkuncu iktidar ağızlarından çıkanlar… “Savaşa değil seçime gidiyoruz” diyenleri mermiyle tehdit etmek, “imansız, kitapsız, ezansız” diye hedef göstermek, insanları “Şeytan taşlamak isteyenler gelebilir” diye kışkırtmak, polislerin atılan taşları seyredip, polisten sorumlu olanların alkışlaması iyiye işaret değil. 

Hele de cumhurbaşkanlığı yarışında ipi göğüslemeye yakın aday Kılıçdaroğlu, silahlı provokatörlerin 14 Mayıs gecesi kaos çıkarma olasılığı nedeniyle, zafer kutlamak için kimse sokağa çıkmasın diyorsa… “Mafyalar, militanlar, SADAT’çılar, torbacılar, 5’li çeteler ve domuz bağcılardan oluşan bir militarist koalisyon”un insanları korkutup sandıktan uzak tutmaya çalıştığından söz ediyorsa…

Erzurum derslerinden biri iktidara dair: İktidar bu seçimi varlık-yokluk meselesi olarak görüyor ve kaybetmemek için her şeyi yapmaya hazır! Korkutarak insanları sandıktan uzak tutma çalışmasına çoktan başladı!

Muhalefete dair derse E. İmamoğlu ve C. Kaftancıoğlu’nun hakkını teslim ederek başlamak gerek. İkisi de tam bir liderlik örneği sergilediler. Saldırganlar karşısında pusmadılar. İmamoğlu, Erzurum’da dik durdu. Kitleyi sakin tuttu, korudu, yaralananları savundu. Kaftancıoğlu da İstanbul’da havaalanına çağırdığı insanlarla saldırganların karşısına dikildi.

Son birkaç günde benzer saldırıların, provokasyonların planlandığına dair epey işaret var. Ergenekon sürecinde “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” demişlerdi ya, şimdi suç ortakları iktidarın bağırsaklarındakileri ortaya döküyor. Bir ihaleden 1 milyar dolar! Üşenmeyip hesaplamışlar; günde 5 bin dolar yesen 500 yılda bitmiyor!

Bunlar konuşulmasın, duyulmasın diye de atılıyor taşlar, mermiler!

Ülkenin ezici çoğunluğu “yeter artık” derken, adım adım kendisi gibi düşünmeyenleri taşlayan, boğazlayan insanların ülkesi olmaya doğru götürülüyoruz! 

Geçen gün konuştuğum bir muhtar, “Bizim köyle yüzde 50-50, kafa kafaya” dedi. Daha önceki seçimde Erdoğan’a yüzde 70 civarı oy çıktığını bildiğim için, “Epey dönen olmuş o zaman” dedim. “Oldu” dedi kısaca.

Birkaç gün önce, Ankara’nın bitpazarı girişinde bir esnaf radyonun sesini sonuna kadar açmış, sokağa bangır bangır Kılıçdaroğlu mitingini dinletiyordu. Alışılmış şey değil. Soluklanmak için girdiğim çayevinin sahibi “Ben daha önce iki kez AK Parti’ye oy verdim. Bu sefer Kılıçdaroğlu. Yeter artık” dedi, müdavimlerinden de çok değişen olduğunu ekleyerek.

Sol Parti’nin ODTÜ öğrencisi milletvekili adayı, 21 yaşındaki Deniz Soykan, TRT’de, “Bir hayalim var” diyerek hayallerini sıralıyordu. Hayalleri denizler kadar engin, öyle de olmalı. Önünde daha yaşayacağı en az benim yaşadığım kadar bir hayat var, benim önümde ise en fazla onun yaşı kadar bir zaman.

Geride kalan zamanım için hayalim ne biliyor musun Deniz? Çarşıya çıktığımda, caminin imamıyla ayaküstü şakalaşarak sohbet etmek; bana “komünist” diyen AKP’li berberle şakalaşabilmek; partisi, kimliği, inancı ne olursa olsun aynı sokaklarda birlikte yürüdüğüm insanları dost olduklarından kuşku duymadan selamlamak… Bana düşman gözüyle bakmayan insanlar arasında dolaşabilmek…

Senin hayallerini de paylaşıyorum Deniz, ama haklısın çok az şey istiyorum aslında!  

İşte en azından bunun için, şu son birkaç günde, 21 yaşındaki sen gibi, etrafıma cesaret ve inanç yayarak yürüyeceğim. Bu iş 14 Mayıs’ta bitsin, iyilik İstanbul’un ikinci tur farkıyla kazansın diye!

Benim Erzurum’dan aldığım ders de bu!