17 Mayıs Cumartesi sabahı saat 10’daki Başkent Ekspresi’yle Eskişehir’e gittik, Nar, İdil ve ben. 6.5 aylık Nar’ın ilk yolculuğuydu bu, kızımız da büyük bir hatıralar evi olan treni sevsin...

17 Mayıs Cumartesi sabahı saat 10’daki Başkent Ekspresi’yle Eskişehir’e gittik, Nar, İdil ve ben. 6.5 aylık Nar’ın ilk yolculuğuydu bu, kızımız da büyük bir hatıralar evi olan treni sevsin ve oradan anı biriktirmeye erken başlasın diye ilk seferini trenle ve elbette Eskişehir’e yaptı. Trenden de yolculuktan da gayet hoşnutuz. Temiz, bakımlı ve dakik bir tren Başkent Ekspresi, 4 saat 15 dakikada bizi memlekete getirdi. Nar’ın da bol bol fotoğrafını çektik ki ben onun bu ilk tren yolculuğunu ‘İçinden tren geçen...’ yazılar yazdığım, TCDD’nin trenlerde ücretsiz dağıtılan aylık dergisi ‘Rail Life’ın temmuz sayısında yazacağım.

Kızımız hem treni hem de hemen hep trenle gidip geldiğimiz baba yurdu Eskişehir’i sevsin isterim. Öyle denk düştü, yoksa öncelik ana yurdunundur elbet, yakında İzmir’e de gidecek, Ege’nin sonsuz maviliğiyle tanışacak. Trenle Eskişehir, nisandan başlayarak yeşil ve taze kokulu bir yolculuktur, yaprak ve su kokulu, güzünse kırmızı ve serin kokulu bir yolculuk, her ikisinde de bir yenilenme, dirilik duygusu verir insana. Kardeşlerim de gelmişlerdi, çoluk çocuk Gül annemin bahçesinde buluştuk. Nar ilk kez ağaçların altında uyudu, çıplak ayaklarını otlara bastı, doğayla tanıştı, güneşin ve gölgenin oyunlarına da tanık oldu. Onu akşamüstü şehre götürdük, Hamamyolu’nun oradan Yediler Caddesi’nden yürümeye başladık, şehir iyice kalabalıklaşmış geldi bana, sanki bir bayram öncesi telaşı yaşanıyor gibiydi. Elbette 18 Mayıs’ta Boluspor’la oynanacak final maçı da damgasını vurmuştu güne. Neredeyse her iki kişiden biri kırmızı-siyahlı formasıyla Eskişehirspor’un üst lige çıkmasını kutlamaya şimdiden hazırlanıyordu. (‘Süper’ nitelemesi hoşuma gitmediği için ‘üst lig’ diyorum, eskiden böyle Bank Asya, Turkcell filan gibi markalarla da anılmazdı kümeler zaten!) Nar’ın kuzenleri, daha doğrusu abileri Durul Ege’yle Zeki Deniz çoktan 26 numaralı formalarını geçirmişlerdi üstlerine fakat henüz kızımıza göre forma yoktu. Biz de onun kırmızı saçlarıyla ve içindeki kırmızı duyguyla ‘yürekten Es-Es’li’ olduğunu düşünerek, formasını geleceğe ısmarladık. İstanbul’da Fener’i, Galatasaray’ı, Beşiktaş’ı ve onun yokluğunda ‘taklit efsane’ haline gelen diğerlerini yenip baba-kız hava atacağımız günlere demek istiyorum yani...

Bu Es-Es meselesi de netameli, zor mesele aslında, tıpkı Cemal Süreya’nın şiiri gibi: “Yıkıcı bir aşk bu/yıkıyor milletin ortasına/tutku yükünü”. Bizimki de o hesap. Sonra eski Yeşilçam filmleri gibi oluyor her şey: Sevdalımız, parasız âşıklarından, yoksul hayranlarından bıktığı için, zengin, kel ve göbekli birinin koruması altına giriyor. Daha doğrusu o şahıs, “gel seni bu kötü hayattan kurtarayım” diyerek bizim üstte yok başta yok sevgiliye elini uzatıyor, biz de “yoksulluğun gözü kör olsun” deyip ardından bakakalıyoruz. 4-5 yıl önceydi, bir kahır mektubu yazıp “artık kusura bakma sevgili Es-Es’im, senin bize yaptıklarına dayanamıyorum, birgün yüreğime inecek diye korkuyorum, o yüzden senden ayrılıp, hem aynı renkleri taşıdığınız, hem Ankaralı, hem de adında ‘genç’ olduğu için Gençlerbirliği’ni tutmaya karar verdim” demiştim. Ne var ki iki gün sonra unuttum bunu, sana ne kadar ayrılık mektubu yazsam da gözüm senden başkasını görmüyor, kalbim senden başkası için öyle çarpmıyordu... Uzatmayalım, şimdi kalbimiz biraz kırık, gönlümüz hayli buruk ama yine de o pazar gecesi Boluspor’u 2-0 yenip üst lige çıkınca biz de sokağa çıktık, kardeşlerim Nazan, Ali ve Halil’le Nar’ın kuzenleriyle, ellerimizde Es-Es bayrakları, dilimizde şehrimizin medarı iftiharı, biricik pop starımız Mithat Körler’in “Eskişehir sen bizim her şeyimizsin” şarkısıyla katıldık kutlamalara. Es-Es’in en vefalı taraftarı babam Kel Hasan Usta’ya da bu vesileyle “Es es es ki ki ki eski eski es” kabilinden bir selam gönderdik, şimdi öbür tarafta kendisi gibi ‘evvel giden ahbap’larla oturmuş bunu kutluyor olmalılar. Ah canım babacım, Köprübaşı’ndaki sizin ‘Mavi Köşe’ de çoktan şarküteri dükkânı oldu, yoksa gidip senin yerine de iki tek atardım Es-Es’in şerefine! Elbette Ankara’dan kadim arkadaşımız Erkan Goloğlu’nun “Eskişehirspor’un hepimize ve öncelikle Metin Diyadin’e bir özür borcu var” talebine de katılıyoruz.

Es-Es mevzusu uzundur, ben 43 yıldır bitiremedim, bitmesin de. Üzücü mevzu, çocukluğumun, ilk gençliğimin ilk ve Eskişehir’in en eski sineması Kılıçoğlu’un 16 Mayıs günü kapanmış olması. Bana sinema sevgisini aşılayan Kılıçoğlu’nda, pazar 12’de, filmden önce Anadolu folk şarkıları çalan bir orkestra çıkar, yarım saat kadar Moğollar, Cem Karaca, Barış Manço, Fikret Kızılok şarkıları söylerlerdi. ‘İrlandalı Kız’, ‘Blow Up’, ‘Mavi Askerler’, “Rosemary’nin Bebeği” filmlerini de orada izlemiştim, elbette unutulmaz ‘Love Story’yi de. Kılıçoğlu’yla birlikte çocukluğum da kapanmış oldu biraz, anılarımdaki bir hayal perdesi daha karardı. Şimdi Beyoğlu’ndaki bazı sinemaların da kapanacağı söyleniyor ki umarım doğru değildir bu. Daha Nar’la Eskişehir’de, İstanbul’da sinemaya gideceğiz.