Hakkari’de 13 yaşında cinsel istismara uğrayan ve intihar eden Esra için adalet geç de olsa yerini bulmalı. Üç saldırganın sadece 8 ay cezaevinde yatıp serbest kalmasında aileye sürekli baskı yapan köy meclisinin de rolü büyük.

Esra’yı el birliğiyle ölüme sürüklediler
Çocuklara yönelik saldırılar düzenlenen gösterilerle protesto ediliyor. (Fotoğraf: Depo Photos)

Hakkari’deki meslektaşlarımız Jinnews muhabiri Rabia Öner, Jinha’dan Medine Mamedoğlu ve Yüksekova Halkın Sesi internet sitesinden Viyan Orhan’ın haberleriyle öğrendik; Şemdinli’nin Tekeli Köyü Oğlaklı Mezrası’nda cinsel istismara uğrayan bir kız çocuğu bu ülkenin adaletsizliğinde boğulmuştu. Halk TV’deki Kayda Geçsin programında meslektaşlarımızın haberlerini aktardıktan sonra kamuoyunda büyük bir tepki oluştu. Unutulmasın diye Esra’nın yaşadıklarını, ölümünü ve sonrasını bütün detaylarıyla anlatmak gerekiyor.

Esra Yücel, Şemdinli’de İran ve Irak sınırındaki 40 haneli mezrada dünyaya geldi. Buranın dağları sarp, yolları keskin, kışı ayaz, toprağı çoraktır. Ailesi hayvancılıkla geçiniyordu. Kaçakçılık herkesin bildiği ama konuşmadığı bir geçim kaynağıydı. Babası, annesi, 3 erkek, 3 kız kardeşiyle zorlu coğrafyada zorlu bir hayat sürüyorlardı. Aşiret ve erkek egemen toplum gerçeğinde kız çocuklarının, kadınların hayatı en zorlusuydu.

26 MAYIS 2016…

Esra Yücel, nüfusta 11 yaşında görünüyordu. Ailesinin anlattığına göre;  bir, iki yıl sonra, kardeşi Yusuf dünyaya gelince kimliği çıkartılmış. Hatta kimliksiz bebek, Yusuf ile ikiz yazılmış kütüğe. Yani Esra en fazla 13-14 yaşındaydı ama ne evin ne ahırın ne de hayvanların işi biterdi. O gün saat 17.00 sıralarında ahırdan dönerken komşuları Nihat Yılmaz (27) ve onun kuzeni Veysi Yılmaz (28) karşısına çıktı. Nihat Yılmaz “Akşam bana çağrı at. Seninle konuşmamız lazım. Çok acil bir konu var” dedi. Veysi Yılmaz ise “Sen bize çağrı at, biz seni başka numaradan ararız” diye konuşmuştu. Onun ailesiyle Nihat’ın ailesi çok yakındı. Nihat’ı ağabeyi gibi bilirdi.

Henüz gün aydınlanmamışken Esra, bulaşıkları yıkıyordu. Babası telefonunu şarja takmasını söyleyerek tekrar yattı. Esra, babasının telefonundan Nihat’a mesaj attı, acil konuyu merak ediyordu. Nihat başka bir telefondan yanıt verdi. Ahırın oraya gelmesini söylüyordu. Esra, çekindi ve kabul etmedi. Nihat Yılmaz “Beş dakika balkona çık, orada konuşalım” dedi. Balkon aslında evin girişiydi ve merdivenle sokağa iniliyordu. Esra, çöp çıkartacağını söyleyerek evden çıktı. Gecenin sabaha yaklaşan en karanlık saatiydi. Nihat’ı göremeyince elinde çöp ile sokağa indi.

ÜÇÜ BİR OLUP ÇOCUĞA SALDIRDI

Esra bir ay sonra ifadesinde o geceyi şöyle anlatacaktı: 

“Nihat Yılmaz bir anda karşımda belirdi ve beni kolumdan tuttu. Elimdeki çöp kovasını yere düşürdüm. Veysi ve Zahir Yılmaz da Nihat Yılmaz ile birlikteydi. Beni kollarımdan ve bacaklarımdan tutarak sırtlarına alıp evimden uzaklaştırdılar. Bu sırada hava tam aydınlanmamış ise de çok karanlık değildi. Tahminimce ya dolunay vardı yahut da güneş yeni yeni doğmaya başlamıştı. Şüpheliler beni götürürken aralarında köyümüzde oturan Ferik Demir isimli şahsın bahçesindeki ahıra götüreceklerini konuşuyorlardı ancak ben sürekli direndiğim için uzak mesafedeki ahıra kadar taşıyamayarak Ferik Demir'in bahçesinde yere yatırdılar…”

Bundan sonra söylediklerini buraya yazamıyorum. Ama sonrasında şöyle devam etti ifadesine: “Veysi Yılmaz bir cep telefonu ile kamera kaydı alıyordu… Daha sonra kaydı Zahir yapmaya başladı. Saldırı sonrası uzun süre darp ettiler… Şuurum yerindeydi fakat ağrılar içerisinde olduğum için vücudumu hareket ettiremiyordum. Eğer bu yaşanılanları anlatırsam çektikleri video ve fotoğrafları internette her yerde paylaşacaklarını, aileme göstereceklerini, beni öldüreceklerini söylediler…”

Üç adam giderken çocuğu tepeden aşağıya itti. Sabah erken saatlerde arıcılar, Esra’yı tepenin eteğinde, çalıların arasında baygın buldu. Kıyafetleri parçalanmıştı, kan içindeydi, yaralıydı. Köye kadar taşıyıp köprünün yanına çıkardılar. Bu köprünün bir tarafından Esra’nın ailesinin evi, derenin ötesinde diğer köy evleri vardı. Köydekiler, köprüde baygın kızın etrafında toplanmıştı, herkes onların eve doğru bakarken Esra’nın babası koşarak geldi.

TEHDİT EDİLDİ, KORKTU VE SUSTU

Esra, ambulans ile hastaneye götürülürken yanında hem yakın arkadaşı hem de kuzeni olan Hasibe vardı. Çocuk gözünü hastanede açtığında sabaha karşı yaşadıkları gözünde canlanıyor, gözyaşı döküyordu. Ayşe hemşire ne olduğunu sorunca cinsel istismara uğradığını anlattı. Ayşe hemşire ona suçluların cezasını çekmesi için şikayetçi olmasını söyledi. Hasta yatağına Hasibe geldiğinde Nihat, Veysi, Zahir Yılmaz’ın cinsel istismarda bulunduğunu anlattı. Ama onların tehdidinden korkuyordu ve onları şikayet edemeyeceğini söylüyordu. Polis ifadesini alırken karanlıkta yüzünü görmediği üç kişi tarafından kaçırıldığını, yere itip tekme attıklarında bayıldığını ve başka bir şey hatırlamadığını anlattı. Yaşadığı büyük ızdırabı gizlemişti.

Bir gün sonra taburcu edildiğinde halen bedeninde çok sayıda yara vardı. Çok az konuşuyor, sürekli ağlıyordu. Annesi her gün biraz daha içe kapanan kızı için dertleniyordu. Köyde Esra’yı Nihat, Veysi ve Zahir’in kaçırdığı zaten konuşuluyordu. 40 haneli küçük köyde ahıra gittiğinde, pencereden baktığında, hayvanları otlatırken ona bu acıyı yaşatanları görüyordu. Artık dayanamadı. Annesi, babası, kardeşleri, halaları, amcalarına kendisine cinsel saldırıda bulunanların isimlerini sıraladı. Olayın üzerinden bir ay geçmişti ve ailesiyle birlikte şikayetçi olmaya karar verdiler. Yüksekova’ya gidip savcıya yaşadıklarını anlattı.

Sözlerine şöyle başlamıştı:

“İlk ifademde şahıslardan çekindiğim için gerçeği anlatamadım. Bu sürede şahısların bana karşı tehdit ve ima dolu bakışlarının artması sebebiyle gerçekleri anlatmak istedim. Tekrar ifade vermek istiyorum.”

Esra yaşadıklarını anlattıktan sonra Nihat, Veysi ve Zahir Yılmaz hemen tutuklanıp cezaevine konuldu. Ancak dava bir türlü açılmıyordu.

Haftalar sonra ilk kez Esra’nın evinde yüzü gülmüştü. Psikolojisi düzeliyordu. Ama bu kez köyün korkunç aşiret gerçeği çevresini sarmaya başlamıştı. Babası ve ağabeylerine sürekli ölüm tehditleri geliyordu. Köyün muhtarı, evlerine gelip Esra ile konuştu. Esra tüm ailesinin yanında muhtara yaşadıklarını anlattı. Ama muhtar, ‘Sen niye mesaj attın’, ‘Neden yanlarına gittin’ diyerek onu suçluyordu. Tutuklanan şüphelilerin ailesi de sürekli aracılar göndererek onları şikâyetten vazgeçirmeye çalıştı.

Herkes biliyordu. Esra’ya tek kişi cinsel istismarda bulunsa bu kişiyle evlendirilir ve şikâyet geri alınırdı. Kadının hiçbir değerinin olmadığı bu coğrafyada bu kötülük daha önce defalarca yaşanmıştı ve halen yaşanıyordu.

Köy meclisi defalarca toplanmıştı. Esra’yı da zanlıları da dinlemişlerdi. Ama adalet aranmıyordu. Burada, bir kız çocuğu için 3 erkeğin hayatı yakılmazdı. O erkekleri kurtarmak için yol arıyorlardı. Köy meclisindeki ihtiyarlardan sadece Hacı Hürşit, adalet için çabalıyordu. Esra onunla konuşmuştu, tüm yaşadıklarını anlatmıştı. Yüreği yanan Hacı Hürşit, “Bu kız şikayetini çekmesin, rahat bırakın” diyordu.

Zaten adaletin hiç acelesi yoktu. Esra tüm detaylarıyla olayı anlatmıştı. Hasibe ve Esra’nın kız kardeşi “Hastanedeyken bize hepsinin isimlerini söyledi” diye ifade vermişti. Zaten köydeki herkes biliyordu ama kimse tanıklık yapmıyordu. Baz sinyallerinden suçlanan kişilerin olay yerine çok yakın olduğu anlaşılmıştı. Esra’nın kıyafetlerinde kan ve sperm bulunmuş, Adli Tıp’a gönderildi. Esra’nın muayenesinde cinsel saldırı tespit edilmişti.

Köyün ihtiyarları sık sık Esraların evine geliyor ve şikayetten vazgeçirmeye çalışıyordu. “Kan davası çıkacak, buna mani olmamız lazım” diyorlardı. Esra’nın babasına “Bizim çocuklar hapisten çıkmazsa sizin çocuklar ölecek” diye tehditler geliyordu. Köy muhtarı ifadesinde “Esra bana saldırganların isimlerini söylemedi” dedi. Oysa ailesi Esra’nın ona isimleri söylediğine tanıktı.

 Köylüler mahkemede yalancı tanıklık yapmaktan korkuyordu. Köy imamı ise “Sulh sağlamak için mahkemede yalan ifade vermek günah değil, sevaptır” diyor, insanları ikna etmeye çalışıyordu. 3 zanlının avukatı da bölgede güçlü bağlantıları olan bir isimdi.

Şüphelilerin tutuklanmasından 8 ay sonra adli tıp raporu geldi. Raporda elbisedeki spermden DNA tespiti yapılamadığı anlatıldı. Bu rapor üzerine, akıl almaz şekilde tahliye kararı çıktı. Nihat, Veysi ve Zahir Yılmaz köyde davul zurnalarla karşılandı. Onlarca hayvan kesildi. Esra pencereden düğün yerine çevrilen köyü izliyor, hayatının sona erdiğini düşünüyordu. Ağabeyi ve kardeşlerine “Ben zaten o gün öldüm. Keşke o uçurumun dibinde ölseydim” diyordu. O üç kişinin bakışları yeniden onun üzerindeydi. Esra yeniden içine kapanmıştı, annesi konuşarak onu iyileştirmeye çalışıyordu. Sanıkları tahliye eden adalet, Esra’nın yaşayacaklarını hiç düşünmemişti.

AİLEYE BARIŞMA BASKISI

Üstelik 3 kişi köyde aklanmış gibi algılanıyordu. Köy meclisi, Esra’nın babasına 300 bin TL tazminat ödeyeceğini söyledi. Esra bunun acısıyla daha fazla dayanamıyordu. Evde dolapların arkasında saklanmış boş tüfeği aldı, ahırda bir fişek buldu ve hayatına son verdi.

Esra’nın evinden günlerce annesinin ağıtları yükseldi. Ama erkek egemen, aşiret toplumunun acımasızlığı bitmedi. Esra’nın cenazesi otopsi için Hakkari’ye götürülüp bir gün sonra köye getirildi. Köy muhtarı, “Barışmazsanız cenazeyi toprağa vermeyeceğiz” dedi ve cenazeyi 5 saat bekletti, cemaat cenaze namazına durmadı.

Esra’nın annesi köye lanetler okuyordu. Her gün kızının ölümüne neden olan insanları görüyordu. Zanlıların ailesinden insanları gördüğünde taş atıyordu. Esra’nın ağabeyi Ömer askerdeydi ve her telefonda konuştuklarında annesi “Ömer sen dönünce bu köyden gidelim, kızımın katillerini görmeye artık dayanamıyorum” diyordu. Esra’nın annesi, kızının ölümünden bir yıl sonra köyde zanlıların karşısına dikildi. Birini omzundan tutup “Kızımı siz öldürdünüz, IŞİD’den farkınız yok, siz onlardansınız” diye bağırdı. Bir saat sonra evinde beyin kanaması geçirdi. 20 gün komada kaldıktan sonra hayatını kaybetti.

Tüm yaşananlar ve köy meclisinin baskılarından sonra tanıklar ifadelerini değiştirdi. Hasibe daha önceki ifadesini inkar etti, farklı bir ifade verdi. Zaten dava açılmıyordu. HTS kayıtları bile uzun süre alınmadı. Esra’nın saldırıya uğramasının üzerinden 3 yıl 3 ay 22 gün geçtikten sonra iddianame yazıldı.

Dava açıldıktan sonra yeniden köy meclisinin telaşı başlamıştı. Bu kez Esra’nın babası ve ağabeylerinin köy camisinde namaz kılmasına izin vermiyorlardı. Hayvanlarını köyün merasında otlatmalarını da engellediler. Uzak bir köye hayvanlarını götürüyorlardı. Muhtar evin önünde çöken yolu bile yaptırmıyordu.

2019 yılında Esra’nın kemik yaşının tespiti için karar çıktı. Mezarı açılacaktı. Köydekiler mezarı açtıkları için günaha girdiklerini söyleyerek aileyi suçluyordu. Ailesinden kimse mezarın başına gidemedi. Görevliler kemikleri alıp götürdü. İncelemeler sonuçlanıp kemikler geri gönderildiğinde muhtar, Esra’nın babasını arayarak “Alın kemiklerinizi gömün, birkaç parça var” demişti.  Bu incelemede kemik yaşı 16 çıktı. Ancak bu bölgede kız çocuklarının kemik yaşı büyük çıkıyordu ve bu konuda Yargıtay kararları vardı. Biyolojik yaşı olarak bu kabul edilmiyordu. Aile, kızlarının 13 yaşında olduğunu ifade ediyordu.

Sanıklar tüm duruşmalara geldi. Suçlamaları kabul etmediler. Esra ile akşamüstü karşılaştıklarını kabul ettiler, olay anında evlerinde uyuduklarını söylediler. Kendi telefonlarından Esra’nın babasına bir arama olmamasını delil gösterdiler. Esra’nın ilk ifadesinde onların adını vermemesi de kozlarıydı. Esra’nın yaşından büyük göründüğü, telefonla başkalarıyla konuştuğu iddiaları mahkeme salonlarında dile getirildi. Dava açıldıktan 4 ay sonra bitti. Nihat Yılmaz, Veysi Yılmaz ve Zahir Yılmaz, ‘çocuğun cinsel istismarı’ndan 30’ar yıl, ‘hürriyetten alıkoyma’ suçundan 12’şer yıl hapis cezası aldı. Ancak mahkeme tutuklama kararı vermedi. Yurt dışı yasağı ve karakola imza verme şartı devam etti.

42’şer yıl hapis cezasından sonra Esra’nın ailesine ölüm tehditleri geliyordu. “Onlar cezaevine girerse çocuklarınız mezara girecek” diyorlardı. Köy muhtarı da tehditlerini sürdürdü. Bu kez Irak ve İran’dan aşiret reisleri köye gelmiş, iki aileyi bir araya getirmeye çalışmıştı. Dosya istinat mahkemesindeyken Irak’tan akrabaları, Esra’nın ailesinin kapısını çaldı. Koyun kesildi, yemekler yapıldı. Misafirlerin başında çok yaşlı bir adam vardı. Ailenin çok saygı duyduğu aşiret büyüğüydü. Kulağı duymuyor ve bir işitme cihazı takıyordu. Dinliyor gibi yaptı ama sözü kesindi:

“Siz barışacaksınız. Yoksa kan davası çıkacak. Bunun için kapınıza geldik, bizi reddedemezsiniz. Kabul etmezseniz biz sizinle aile değiliz, arkanızdan çekileceğiz.”

Esra’nın babası, dosyada şikayetçi olan ağabeyi boyun eğdi. Yüksekova’ya dilekçeci Erol’un yanına köyün muhtarıyla birlikte gittiler. Esra’nın babası Türkçe bilmiyordu. Erol, dilekçeyi yazdı. Baba oğul imzaladı. Adliyeye bile girmediler, şikayetin geri alındığı dilekçeyi köyün muhtarı, savcılığa bıraktı.

ADALETSİZLİKTE BOĞULDU

Dosya Van Bölge İdare Mahkemesi’ne gitmişti. Mahkeme, kemik yaşının tam tespiti, eksik tanık ifadeleri, HTS analiz eksikliği nedenleriyle kararı bozdu ve yerel mahkemeye gönderdi. Bu sırada yerel gazetecilerin haberi Türkiye gündemine taşımasıyla Yüksekova Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya onlarca baro temsilcisi ve sivil toplum örgütü katıldı. Avukatlar yalan tanıklık yaptıkları iddiasıyla köy muhtarı ve diğer ifade değiştiren tanıklar hakkında suç duyurusunda bulundu. Bu dilekçelerde köy meclisinin baskısı, hakaretler anlatıldı.

17 Temmuz’da görülen duruşma 3 Kasım’a ertelendi. Esra artık yok ama bu acıları yaşayan tek o değil. Sadece sesini çıkardı ve Türkiye’deki adaletsizlikte boğuldu. Başka çocukların bu kirli düzene kurban edilmemesi için adaletin yerini bulması gerekiyor.