Demek ki “hırsızlık”, “yolsuzluk” temaları üzerinde bir muhalefet sürdürmenin Türkiye’de başarı şansı yokmuş. Çok iyi anlaşıldı ki, bu suçlamalarla karşı karşıya kalanların mahcubiyet duyacakları bir ortam mevcut değil Türkiye’de. Hiçbir zaman olmadı belki de. Ertuğrul Özkök kendisinden beklendiği üzere yine çark ettiği için söylemiş de olsa “17/25 Aralık’ı konuşmanın artık anlamı yoktur” demekte son derece haklıdır.

Neden konuşulsun ki? “Hırsızlığın hırsızlık olmadığını” söyleyen din adamlarının bulunduğu bir ülkedir burası. Ne diyordu AKP’nin fetvacıbaşısı; “yolsuzluk, hırsızlık değildir”. Kendi dinini, fetvacısı olduğu güruhun ayıplarını aklamak için kelime farklılıklarından yola çıkarak yaptığı demagojik yorumlamalarla küçük düşürmekten çekinmeyen bir ilahiyatçıdır bu. Hırsızlık yapmadan da birilerini dolandırmanın mümkün olduğunu, bunun dince de, “hırsızlık” olmadığı sürece (ne demekse) makul olabileceğini bir “din alimi”nden duyanlara 17/25 Aralık hırsızlık vakalarını hatırlatmanın bir anlamı var mı gerçekten?

Partizanlığın, adam kayırmanın ahlaksızlık olduğunu söyleyenlere mi inanılır sizce, yoksa “Kuran akrabalarınızı koruyun demez mi, o nedenle ben de akrabalarımı işe yerleştirdim” diyen Mehmet Metiner’e mi? Devlet kapısında ikbale kavuşmanın, mal, mülk zengini olmanın “devlet malı deniz yemeyen domuz” diyerek adeta “meşrulaştırıldığı” bir ülkede Recep Tayyip Erdoğan’ın ani zenginleşmesi garip bulunmuş mudur gerçekten? “Bal tutan, parmağını yalar” denilen bir ülkede bu mümkün müdür? Recepgiller bu atalar sözüne uygun davranmışlarsa halkta bunu garipseyecek tek kişi çıkmaz.

Bu ülkede o ilahiyatçının da, Metiner’in de söylediklerinin doğru olup olmamasının bir önemi yok. Halk dediğin söylenenin “gerçek” oluşuna değil, kendisine uygun olup olmamasına bakar. AKP, kendisini bu seçmene uygun göstermeyi başarmış bir partidir.

Demek ki neymiş, ahlak üzerinden bir halkı harekete geçirme şansı yokmuş. Psikolojideki “yansıtma teorisi”ne pek bir uygun olarak kendisinde olanı, örneğin çarpma, çırpma tutumunu desteklediği partide aynen bulan birine “ahlak” etki etmez. “Tayyip Bey para çalmışsa bunu İslam için yapmıştır” diyen İslam alimesi(!) Emine Şenlikoğlu İslam için kendisinin de, para çalmak dahil, her şeyi yapabileceğini kabul etmiş oluyorsa muhteremeyi etkileyecek bir ahlak gösterebilir misiniz?

Vicdan peki? Halkın gerçekten vicdanı var mıdır? “Ankara patlamasından sonra oyumuz arttı” diyen Ahmet Davutoğlu’nu seçimlerde yanıltmayanların vicdanı olduğundan söz edilebilir mi? Seçimlerden hemen sonra bir AKP yöneticisinin, felaketten fayda çıkarma tutumuyla, “artık şehit tabutları gelmeyecek” demesinin vicdanı rahatsız eden tek bir tarafının olmadığı görülmüştür.

Genel ahlakın, temel vicdani tutumların yürürlükten kalktığı “AKP ahlakı” ile “AKP vicdanı”nın halkın çoğunluğunun değerleri haline geldiği artık kabul edilmelidir. Bu değerlerle mücadele edilecekse, halkın o çoğunluyla da mücadele edilecektir. O çoğunluğu iknadan çok kendi “ahlakımızı”, kendi “vicdanımızı” savunmak için gerekli bir mücadeleden söz ediyorum. Hemen celallenip “halk düşmanı” olduğum söylenmesin.

Yolsuzlukla hırsızlık arasında fark olmadığını anlatmak artık bir mücadele biçimi değildir. “Darülharp’te her ikisi de mubahtır” diyene işlemez bu mücadele. Halkın çoğunluğuna onun dininin “iyi taraflarını” anlatmak hiç ama hiç mücadele biçimi değildir. “Müslümanların günah işleme özgürlüğü vardır” diyerek günahı savunanları etkilemez bu. “Gerçek İslam bu değil” geyiği de literatürümüzde yer almamalıdır artık. ‘Mevcut İslam’ın gerçek olup olmamasına değil, dediğim gibi, kendisine “uygun” olup olmadığına bakan bir çoğunluk var karşımızda. Betondan, katliamdan, zulümden, yolsuzluktan hoşlanan, en azından bunlardan rahatsızlık duymayan bir halk çoğunluğuyla karşı karşıyayız. Evet karşısındayız.

İşte bu yüzden şimdi “akıntıya kürek çekmenin” ya da “rüzgâra doğru yürümenin” tam zamanı.