Fıkra olacak şey gerçek oldu
Devlet soğuk ve isteksiz, halk ise heyecanlı ve minnet doluydu. Cumhuriyet’in 100’üncü yaşı Türkiye’de böyle kutlandı.
Erdoğan 29 Ekim’de, görüşmekten pek hoşlanmadığı yakın bir akrabasına bayram ziyaretine gitmiş gibiydi. Majesteleri her özel günde başrolde olmaya alışkındı ama gelin görün ki yüzyılına liderlik ettiğini sandığı ülkenin en önemli gününde sıradan biriydi.
Kendi iktidarını öne çıkarmak için Anıtkabir Özel Defteri’nde bile Cumhur İttifakı propagandası yapmaktan kaçınmadı. “İttifak ortaklarımız ve milletimizle birlikte Cumhuriyetimizin ikinci asrını 'Türkiye Yüzyılı' ile taçlandırmakta kararlıyız” dedi, ayrıca Cumhuriyet’in “hiç olmadığı kadar güvende” olduğunu savundu. “Hiç olmadığı kadar” vurgusuyla neyin kast edildiği malum.
Anıtkabir ziyaretinin ardından Erdoğan, Donanma ve Hava Kuvvetleri’nin İstanbul Boğazı’ndaki geçit törenine katıldı. Seçtiği mekân hayli ilginçti. Boğaz’dan geçen gemilerin selamlandığı adres, son Osmanlı Padişahı VI. Mehmed’den, bilinen adıyla Vahdettin’den kalma Çengelköy’deki köşktü. Cumhurbaşkanlığı tarafından ‘Çalışma Ofisi’ olarak kullanılan Vahdettin Köşkü’nün Cumhuriyet’in 100’üncü yıldönümünde kutlama mekânı olarak tercih edilmesi, iktidarın Cumhuriyet’e dönük bakışının net bir özetiydi.
Tarihe biraz merakı olan herkes, Vahdettin’in adını Cumhuriyet ile yan yana getirmenin ne kadar tuhaf olduğunu bilir. Herhalde Vahdettin’e 100 yıl önce “Cumhuriyet bir asır sonra sizin adınızı taşıyan köşkten selamlanacak efendim” deseler, kendisiyle dalga geçildiğini düşünürdü. Ama bu fıkra gibi olay 2 gün önce gerçekleşti. Erdoğan Cumhuriyet idealinin onurlandırıldığı günde, onun kurulmaması için elinden geleni yapan Osmanlı sultanını yüceltti. İdeolojik hâkimiyet mücadelesinde mevzi kaybetmemek adına kuş uçuşu 270 metre mesafeden donanmayı selamladı.
Vahdettin, işgale karşı başlayan kurtuluş hareketinin cepheden karşısında konumlanmış bir padişahtı. O ve sadrazamı Damat Ferit Paşa, İngiliz emperyalizminin çıkarlarına uygun hareket etmeyi tek doğru yol olarak kabul etmiş ve Britanya Krallığı’na olan sadakatlerini her fırsatta dile getirmişlerdi. Vahdettin ile ilgili gerçekler İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nın belgelerinde de mevcut. Tümüne internetteki açık kaynaklardan ulaşılabiliyor.
Örneğin bunların birinde İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Michael de Robeck, Vahdettin’le 21 Ağustos 1920 tarihli görüşmesini İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a şöyle aktarıyor:
“Sultanın yardım konusunda kullandığı lisan, onun müttefiklerinin toptan yardımından ziyade İngiltere’nin yardımını vurguladığını gösteriyordu. Sultan mütarekeden beri Yüksek Komiserliğin [İngiltere’nin] gösterdiği ilgiden dolayı teşekkür etmek istedi.”
Robeck, Vahdettin’le 11 Ekim 1920’de yaptığı ikinci görüşmesinde ise Curzon’a şu notu geçiyor:
“Sultan ilk görüşmemde bağlı olduğu sebatı aynen gösterdi. Sultan açıkça ülkesi için tek politikanın İngiltere ile arasının iyi olması gerektiğini düşündüğünü ve bu konuda benim yardım ve tavsiyelerime ihtiyaç duyduğunu belirtti. O, Büyük Britanya dostluğunu savunan politikasının, babasından miras olarak aldığı ve 40 yıldır koruduğu bir kanaate dayandığını söyledi.”
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının idamını onaylayan son padişah, bağımsızlık hareketinin 30 Ağustos 1922’de kesin zafere ulaşması ve 1 Kasım’da saltanatın Meclis tarafından kaldırılmasının ardından 17 Kasım’da HMS Malaya adlı İngiliz Kraliyet Donanması’na ait savaş gemisiyle bir daha dönmemek üzere bu toprakları terk etti. Erdoğan’ın 29’unda donanmayı selamladığı köşk de Vahdettin’in bir cariyesine kaldı.
İşte “İstanbul’un Fethi”ni yere göğe sığdıramayanların mesele Cumhuriyet karşıtlığı olunca dört elle sarıldığı Vahdettin bu. Siyasal İslamcılar geçmişten bu yana Cumhuriyet ve laikliğin bir “İngiliz oyunu” olduğunu söyler ama kimin İngilizlerle kader birliği yaptığı ortada.
Devletin Vahdettin’e itibar kazandırmaya çalıştığı Cumhuriyet Bayramı’nda Antalya’da özel okulda görev yapan bir öğretmen ise iktidarı eleştirdiği konuşması nedeniyle gözaltına alındı. Öğretmenin gözaltına alınmasına sebep olan sözleri şöyleydi:
“Cumhuriyetin gözbebeği fabrikalar bir bir yabancılara satılırken, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı çerez gibi parası olan herkese dağıtılırken, yabancılar ülkende imtiyazlarla sefa sürerken, parası olan her şeye hüküm verirken; memurun, doktorun, işçin, öğretmenin kendi ülkesinde ikinci sınıf vatandaş muamelesi görürken ve en önemlisi, ‘geleceğim’ dediğin gençler umutsuzca ülkeden gitmenin yollarını ararken sen neredesin?”
Elbette yaşasın Cumhuriyet. Ama tekrar soralım: Yaşasın da böyle mi yaşasın?