Google Play Store
App Store

Statüko: Öteden beri sürüp gelen ya da var olan, şu andaki durum.

Spordaki gelişim, var olan rekabet koşullarında yer alabilmek için gerekli bilimsel ve yönetsel anlamdaki güncel bilgi donanımlarına sahip olmakla mümkün olur. Ancak bunlar sayesinde; ‘vizyon’ olarak adlandırabileceğimiz bir geleceğin planlanması yapılabilir. Güncel bilgilere sahip olacak yöneticinin, başkanın, antrenörün ve futbolcunun sayesinde ‘vizyon’ ve ‘misyon’dan bahsedebiliriz.

Tabi tarif etmek güzel oluyor da gerçek hiç de öyle olmuyor.

Bizde el emeği güz nuru ile tüm yeni donanımları reddederek kurulan (!) statüko aslanlar gibi korunuyor.

Zaten aşağıda sıralayınca, daha net, her şey belirginleşiyor:

Federasyon Başkanının siyasi biat ilişkileriyle Kulüpler Birliği ve federasyondaki bu süreci geleneksel olarak devam ettirmesi. Başkanların hem siyasi, hem menajerler ve hem de kulüp içi geleneksel ki maddi ve manevi (!) ilişkileri aynı şekilde devam ettirmesi, antrenörlerin kulüp başkanları, menajerler ve siyasi ilişkileri aynı kararlılıkta ve düzeyde(!) devam ettirmesi, futbolcuların başkan, antrenör, menajer ve siyasi ilişkileri aynı düzeyde ve şirinlikte devam ettirmesi bizim yönetilme ve yönetmeyle ilgili statüko konumumuzu çok net ortaya koyuyor.

Prensipsizlik, bilgi körlüğü, kültürde yöresel kalma, yeniliği ve donanımlı insanları reddetme koşullarını kabul eden anlayışın, sistemi ele geçirmesi her şeyin başlangıç noktasıdır.

Bunların hepsi, bütünün içinde kendi lokal statükolarını kendi yaratarak ve birbirine bağlı kalacak şekilde istikrarlı bir şekilde süreci devam ettirmektedirler. Bir statüko kardeşliği vardır!

Şaka bir yana, bu acı bir gerçek ve şu andaki bir azınlığın kâr amaçlı sistematik kurgusunu tarif eder ve mutlu azınlığın çıkarını gözetmektedir. Siyasetteki statüko da aynıdır. Aslında hepsi de budur. Gerisi bu amacı korumaya yönelik kurgulardır.

Hani yukarıda bahsedilen ‘vizyon’, ‘misyon’, ‘bilgi’ gibi kafa yorucu ve emek isteyen anlamsızlık olarak benimsenen ve çıkarlarını rahatsız eden koşulları kabul etmek, yıllarca emek verip kurdukları statükoyu yok etmek anlamına gelir.

Oldu da bunların kabul edildiğini varsayalım:

Federasyon Başkanı Yıldırım Demirören’in başkanlıktan, Azizi Yıldırım’ın Fenerbahçe başkanlığından, Fikret Orman’ın Beşiktaş başkanlığından, Dursun Özbek’in Galatasaray başkanlığından, Fatih Terim’in Milli Takımlar ve yurdumun tüm futbol direktörlüğünden istifa etmeleri gerekir.

Bir düşünün; tüm bu insanların futbolun içinden çıkıp gittiklerini. Hani kaygılı bir şekilde böyle bir huzuru hak etmek için ne yaptık ki? Diye, düşünmeden edilmez.

Rant, menajer, kaos, kavga, şiddet…

İşte statüko tüm bunların güvenliğini sağlamaktadır. Bizler ne kadar karşı çıkarsak çıkalım, çıkarlar ve ilişkiler stratejik olarak bunların üzerine kurgulanmış ve arz-talep dengesi buna göre şekillendirilmiştir.

Terim-Arda gerginliği, Aykut Kocaman’ın konuşmaları ve Aziz Yıldırım’ın onun hakkında söylemlerine rağmen, Fenerbahçe’ye gelip gitmesi. Ersun Yanal’ın aynı konsepte sürekli lig takımları içinde dönmesi. Fatih Terim’in Galatasaray ve Milli Takım arasında duvar yapması ki; hep aynı yüksek meblağ para stratejileri konseptinde. Şenol Güneş’in sözlerindeki kalitesiyle, uygulamalarda bu süreci kabul edecek farklılıklar ve çelişkilerin olması. Aziz Yıldırım’ın Ali Koç kaygısının temeli bu statükonun varlığının kanıtıdır.

Bu süreç içerisindeki rekabet koşullarının içeriğine, kendi koşullarına göre ve bir iç mesele olarak bakan bu zihniyetin, en büyük zafiyeti dış rekabet koşulları içerisindeki açmazları ile yüzleşince ortaya çıkmaktadır.

Hatta bu zihniyet Galatasaray’ın UEFA Şampiyonu olduğunda, Süper Kupa’yı kazandığında da, Fenerbahçe’nin Zico ile yakaladığı çıkış esnasında da ve Beşiktaş’ın Bilgili ve Sinan Engin ile Lucescu’lu takımı dağıtmasının nedeni de, sistem kendi kaygılarını ortaya koyarak kurulacak olan istikrarı imha etmiştir. Adeta statükonun fabrika ayarlarına geri dönülmüştür.

O yüzden Galatasaray, hiçbir başarı ortaya koymayarak, sadece 17 senedir UEFA Şampiyonluğunu kutlayarak açmazını ispat etmektedir.

Süreç içerisinde ve statükonun kuralları ve kaygıları içerisinde yetişen ve bu terbiyeyi (!) alan antrenör ve futbolcular, gittikleri yabancı kültür ve gerçek kuralların geçerli olduğu ülkelerde sıkıntı çekmişlerdir ki; hepsi ‘kürkçü dükkanı’ söylemini kanıtlamışlardır.

Bu kör zihniyet ve kör anlayış içerisinde, beklenti içerisinde olmak sanırım saflık olur. Bu kadar kendimizi anlamsızlaştıracak başka koşullar mümkün olsa da, futboldaki duygusal bağımlılığın sömürülmesindeki acizliğin kullanılması insanı üzüyor.

Sevgiyi sömürmek böyle bir şey.

Statükonun temel kavramı olan sömürmek bunu zorunlu kılıyor.