Televizyon yok, radyo yok, teknik yok, fen yok, kar-fırtına, yalnızlık, hastalık, kıtlık çokmuş. İnsanın ufku, gördüğü tepenin arkası, hanesine küstüğünde kaçtığı yer komşu köymüş. Ateşi çıkınca kundaktaki bebesi, askere gidenden gelmeyince bir iyi havadis, Haq’tan dara düşünce birdenbire, yakardığı Xızır namında bir ulu kişiymiş. Ne tanrı, ne peygambermiş.

Pasao Khan biten, Pasao Newe gelen yılmış. Biten yıla uğurlama, gelen yıla karşılama adına Gağan derler bir bayram varmış. Giden yıla saygı, gelenden sağlık, bereket, mutluluk dilemeymiş. Aralık Gağan ayıymış. Bayram önce dört haftaymış. Kar, tipi, boran, dağ, tepe, sular içinde dört koca hafta. Artık şehirleşmeden mi, yoksa fen ve teknikten mi, inancın zayıflamasından mı, yoksa televizyonun dünyayı küçük köy evinin içine getirmesinden mi, nedendir bilinmez, bu güzel bayram son yıllarda tek haftaya düşüvermiş. Laf aramızda bu Gağan Ermenilerinmiş, onlardan mirasmış.

Bayram, tıpkı her bayram gibi çocuklara bayrammış. Xalo Gağan’dan Veyvike’ye her kay çocuklar gülsün diyeymiş. Büyükler sobanın içine ellerini daldırarak odun karasını çıkarır, yüzlerine sürermiş. Xal yanında Fadike’si ile, etrafında neşeyle bağırıp çağıran çocuk sürüsü, kara bata çıka, düşe kalka, köyün tüm kerpiç evlerini dolaşır, birinden bir kocaman niyaz, birinden kırmızı elmalar, birinden hedik, birinden bir tabak ceviz, birinden camdan bir bal peteği, bir biçareden de dua toplarmış. Bu tur, akşamüstü köyün en fakir ailesinin evinde biter, yorulmuş, neşelenmiş, bağırmış, çağırmış, sesi kısılmış çocuk sürüsünün aç gözleri eşliğinde, toplanan yiyecekler pişirilir, herkese pay edilirmiş. Yenilmeyen, kalan varsa, onlar artık en fakir olanınmış.

Gağan salıları başlayan perşembeleri biten bir orucun da adıymış. Bir adı Roze Duzgı, bir adıysa Gağand’mış. Salı başlayan oruç, kötülüğe karşı iyilik babındaymış. Perşembe akşamı (Sewa Yeniye) cem olunurmuş. Orucun, cem’in, duanın başkahramanı yine Xızır denen o yüce kişiymiş.

Gağan’da herkes zeyi’lerini ziyarete gitmiş. Pêsare gönderilirmiş. Bu, evlenmiş kızın hanesine minnetiymiş. Dani pişirilir, bereket gelsin diye önce ahırdaki hayvana verilirmiş. Kalanı, çeşmenin yanıbaşına bırakılmış, buradan alınan su evin içine, hayvanların üstüne serpilmiş. Her şey kötülük, hastalık, keder gitsin, sağlık, bereket, mutluluk gelsin diyeymiş. Dani’yi pişiren evin hatununun dilinde de yine o Xızır varmış.

Perşembe akşamının başka bir adağıysa bol tereyağlı bir ekmekten ibaretmiş. Bu ekmeğin her parçası gidenlerin adları teker teker okunarak ateşe atılırmış. En son parçaysa dağ başında kalmış garibe, yol’da kalana, yol’dan çıkmayanaymış. O gecenin başyemeği Şir içine ise tam üç dal parçası konulurmuş. Kısmet, Baht ve Bereket adlı bu dalları kimler çeker ise, ailenin kısmetini, bahtını, bereketini de onlar temsil edermiş.

Ocakta ateşin, Cem’de dewresin, Gağan’da çocukların seslerini duyduğumuz günlerden, bugünlere gelmişiz. Her şeyi görüyor, duyuyor, okuyoruz. Zihnimizin bir köşesinde bir Xızır varsa, her birimizin elinde bir telefon da varmış. Kitaplarımız var, hep düşmanı bize tanıtmış. Sokakta vurulan çocuklar, madende boğulmuş işçiler, çalınan kaç bin ton emeğimiz var. Hırsızlar var, adalet mücadelesi de, katiller var, sorulacak hesap da.  

Gağanınız bımbarek olsun, Pasao Newe adalet, eşitlik ve özgürlük getirsin!  

Haq: Allah, Xızır: Hızır, Pasao Khan: Biten Yıl, Pasao Newe: Yeni Yıl, Xal: Dayı, Veyvike: Gelin, Kay: Oyun, Roze Duzgı: Düzgünbaba Orucu, Sewa Yeniye: Cuma Gecesi, Dani: Kaynatılmış buğday, Zeyi: Evli kız, Pêsare: Çörek, Şir: Mantı benzeri bir yemek.