Bir süre Türkiye dışına çıkınca bir gündeme sıkışmanın insanı ne kadar sığlaştırıp sınırladığı daha iyi fark ediliyor. Tarafların varlık ve yokluk meselesi olarak algıladıkları ve aslında epeyce de öyle olan bir seçime giderken, adaylardan ve kim kazanırsa memlekette neler olacağından başka bir şey konuşamaz durumdayız.  

Oysa şimdi Frankfurt’ta, bünyesinde 40.6 milyon örnek bulunduran doğa müzesi Senckenberg’de dünyamızdan gelip geçmiş, gelmiş kalmış ama geçme tehlikesi yaşayan türler arasında dolaşırken varoluşsal düşüncelere dalıyorum. Elimdeki G. Larson’un resimli çocuk öykü kitabı “Pisliğimde Bir Saç Kılı Var” bile ufuk açıcı olabiliyor. 

Sofrada oturmuş solucan ailesinde, tabağındaki pislik içinde saç kılı gören çocuk solucana solucan babanın söylediklerine bakın: “Örneğin biz solucanları ele alalım. Toprağı işler, havalandırır ve zenginleştirerek bitkiler için uygun hale getiririz. Solucanlar yoksa bitkiler de yok; bitkiler yoksa o çok değerli omurgalarıyla etrafta koşuşturan yüksek hayvanlar (insanlar) da yok.”  

Baba solucanın oğluna anlattığı öyküyü bırakıp, güya “en değerli omurgalı” insana gelelim. Doğa anaya, yaşlı dünyaya hatta birbirimize yaptıklarımıza bakalım. 

Her öğün pislik yiyerek yaşadığı yer altında, aşağılık duygusuna kapılan küçük solucan Gazze’deki “yüksek hayvan” halimizi görse ne hissedecekti? 

Yerimizi solucanın doğanın devinimi içindeki yeriyle kıyaslayacak değilim ama “en değerli omurgalılar”dan olan biz gazeteciler “toplumsal hayat” için ne kadar vaz geçilmeziz? 

İsrail’in Gazze’de yaptıklarına bakarsanız olmasak da olur! Hatta daha iyi olur! 

Çarşamba günü Gazze’de nesli tüketilen bir “tür” olarak sadece kendimiz değil, “en yüksek omurgalılar”ın tümü, kendine yaraşır koşullarda yaşasın diye, gazeteciliği savunmak için bir mektup yazdık. Onursal genel başkan yardımcısı ve Türkiye temsilcisi olduğum Avrupa Gazeteciler Birliği (AEJ) ile birlikte 18 uluslararası gazetecilik, basın özgürlüğü ve insan hakları örgütünün imzaladığı bir mektubun adresi AB Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’di.  

Mektup, Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırısından bu yana Gazze’de (İsrail ve Lübnan) en az 83 gazetecinin öldürüldüğünü hatırlatarak, acil eylem çağrısında bulunuyordu.  

Öyle bir yer ki Gazze, 10 haftada öldürülen gazetecilerin sayısı gazeteci ölümlerinde şampiyon ülkelerden birinde bir yılda öldürülenlerden fazla.  

Ölümlerin neredeyse tümü İsrail saldırıları altında oldu ve bazılarında İsrail ordusunun gazetecileri doğrudan hedef aldığına dair ciddi kanıtlar var.  

Borrell gibi bir politikacı bunu bilir, ama herkes duysun diye mektupta da hatırlatıldı: “Kuşkusuz gazetecilerin, ister kasıtlı ister dikkatsizlikle olsun, öldürülmeleri bir savaş suçudur ve Uluslararası Ceza Mahkemesi Gazze’de gazetecilere karşı işlenen savaş suçlarına dair raporları inceleyeceğini açıklamıştır.” 

Gazetecileri korumak “en yüksek omurgalılardan” insanı korumaktır demeyeceğim, ama onun insana yaraşır özgür ve demokratik bir ortamda yaşamasını korumaktır, bu kesin. 

İşte zaman zaman Ortadoğu’daki tek demokrasi denilen İsrail. Gazze’de gazeteciler ölürken, İsrailli gazeteciler de savaş hakkında yazdıkları her detaylı haberi “sansür” dairesinden geçirmek zorunda kalıyor, kimi Gazze haberleri yasaklanıyor, ülkenin en köklü gazetelerinden Haaretz savaş haberleri nedeniyle tehdit ediliyor, uluslararası haber ajanslarının büroları kapatılmak isteniyor. 

Kısacası, gazeteciler korunamazsa, “en yüksek omurgalılar”ın tarihlerinde yarattıkları “en yüksek sistem türü” demokrasi de yok olma tehlikesi yaşıyor!