İstanbul Film Festivali’nde yarışma bölümünde gösterilecek olan Press filmi geçtiğimiz hafta vizyona girdi

İstanbul Film Festivali’nde yarışma bölümünde gösterilecek olan Press filmi geçtiğimiz hafta vizyona girdi, sinemalarda oynuyor. Hafta içinde gazeteci arkadaşım Hakan Aksay ile birlikte Beyoğlu Sinemasında öğle seansına gittik. Az ve öz sayıda sinemasever ile birlikte izledik. Ama bizden iki sonraki seansta 400 biletli seyirci için toplu gösterim yapılacağını öğrenip mutlu olduk.

Press 1990’lı yılların ilk yarısında Özgür Gündem gazetesinin Diyarbakır Bürosunda yapılan gazeteciliği anlatıyor. Filmin senaristi ve yönetmeni Sedat Yılmaz, alabildiğine yalın bir dille dönemin koşullarını sinemaya aktarmış. Burada temel bir gazetecilik kuralını dikkate almış:

“Hiçbir şey gerçeğin kendisi kadar çarpıcı olamaz!”

Press filmi çok çarpıcı, insanı sarsıyor!

Yönetmenin haklı bir eleştirisi de var: Gazeteciler bugün meslek dayanışması için sokaklarda… Bu çok güzel! Ama o yıllarda Özgür Gündem’in muhabirleri birer ikişer öldürülürken hiç kimsenin sesi çıkmıyordu!

Çok doğru bir saptama…

Bu duyarsızlık sadece Kürt gazeteciler için geçerli değildi. Sabah gazetesinin muhabiri İzzet Kezer Cizre’de iki kaşının tam ortasına isabet eden tek mermiyle öldürüldüğünde de aynı “kayıtsızlık” hüküm sürüyordu.

Türk basını (yaygın medya) o yıllarda Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ilk OHAL Valisi Hayri Kozakçıoğlu’nun “ricası” üzerinden habercilik yapıyordu. OHAL Valisi İstanbul’da yaptığı ilk basın toplantısında gayet açık bir dille konuşmuştu:

-Sizler Güneydoğu’yu milli maç gibi izlemelisiniz!

Tabii ki, bütün gazeteciler böyle izlemedi. Mesela Cumhuriyet Güney İller Büro Şefi olan Celal Başlangıç’ın “Tel boyu insanları”, “Ölüm kuşun kanadında” ve “Korku Tapınağı” kitapları o yıllardaki haber-yorum-izlenimlerinden oluşuyordu. Özel Timlerin Kadoğlu Otelin kapısına kadar gelip sordukları muhabir Fuat Kozluklu, Cizre’yi bir taksinin bagajında terk ederek hayatta kalmayı başarıyordu.

Ancak Kürt gazeteciler konusunda “duyarsızlık”, bütün duyarsızlığın içinde “özel” bir yere sahipti.

Press filmi bu gerçeğin altını kalın biçimde çiziyor. Filmi en başta meslek kıdemi çok olan sarı basın kartlı ağabeylerimiz olmak üzere bütün gazeteciler izlemeli. İletişim fakültelerinde okuyan öğrenciler hocalarıyla birlikte sinemalara gitmeli, ders niyetine… Çok fazlası var!

Filmin yönetmeni Sedat Yılmaz kadar başarılı oyuncu kadrosunu da büyük bir alkışı hak ediyor: Aram Dildar, Engin Emre, Kadim Yaşar, Sezgin Cengiz, Asiye Dinçsoy, Bilal Bulut, Tayfun Aydın, Mahmut Gökgöz ve diğer rolleri paylaşan bütün oyuncular…

Press’in danışmanı olan Bayram Balcı söz konusu yıllarda Özgür Gündem’in muhabirliğini yapıyordu. Balcı’nın aşağıdaki sözleri Press’in aldığı sayısız ödülden daha anlamlı olmalı:

-O yıllarda birlikte çalıştığımız arkadaşlarımızdan Hüseyin Deniz, Kemal Kılıç, Hafız Akdemir, Yahya Orhan öldürüldü. 17 yaşındaki Nazım Babaoğlu habere gittiği sırada kaçırıldı, hâlâ da akıbeti açıklanmadı!

Press, gazeteciğin boğazında bir düğüm olarak izlenmesi gerekli bir film…
 
***

Kadıköy ile Elbette Selami!

İstanbul’un Kadıköy ilçesinde 1994’ten bu yana (1994-1999-2004-2009) bütün yerel seçimleri CHP kazanıyor. Ön seçim ilkesi bulunmadığından parti devamlı surette aynı kişiyi aday gösteriyor, Kadıköy’ün “laik”, “Atatürkçü”, “münevver” seçmeni de CHP’ye attığı oylarla –mecburen- tek kişiyi seçiyor. Sormaya gerek yok:

“Elbette Selami!”

Başkanın çok sevdiği bir sloganı var: Kadıköy’de yaşamak ayrıcalıktır!

Kadıköy’de yaşayanlar bunu kavramakta zorlanıyorlar. Hani “Elbette Selami” gibi Muş’un Bulanık ilçesinden çıkıp İstanbul’un eski sayfiye bölgesine yerleşmiş olsalar neyse… Türkiye’nin en ünlü bulvarı Bağdat Caddesi üzerinde 150-200 yıldır aynı adreste yaşayanlar, “eskiden buraları neydi bir görecektiniz” diye anlatırken onların ayrıcalıklı dönemler yaşadığına inanabiliriz.

Bağdat Caddesi üzerinde belediye hizmeti olarak 1970 model külüstür İkarus otobüsler çalıştırıyor İETT idaresi… AKP’li Büyük şehir belediyesi devamlı CHP’ye oy veren Kadıköylüleri cezalandırıyor.

Bu “normal” kabul edilebilir mi?

Peki, Elbette Selami ne yapıyor?

Sevgililer Günü için bile Bağdat Caddesinde “yürüyüş eylemi” düzenleyen Elbette Selami, kendisini seçenlerin önüne düşüp haklarını savunmayı aklına bile getirmiyor:

-Otobüsümü istiyorum!

Yerel seçimlerden önce kadife koltuklu, doğalgazlı otobüslerin çalıştığı Kadıköy-Bostancı hattı, seçim sonuçlarıyla birlikte İkarus cezasına çarptırıldı.

Elbette Selami’nin bu konu ile ilgili kılı kıpırdamıyor. Hatta parti çevreleri “İstanbul’da büyük şehir belediyesi ile hiç sorun yaşamayan” diyorlar:

-Tek belediye var: Kadıköy!

Kadıköy Elbette Selami’yi seçiyor, bu yüzden de ceza alıyor. Bizim ki büyük bir medeni cesaretle haykırıyor: Kadıköy’de yaşamak ayrıcalıktır!

Bir belediye başkanının seçmenleri için beldesi için neler yapabileceği ise aşağıdaki yazıda görülebiliyor.
 
 
***
 
Sakin şehrin orkinos zaferi

İzmir’in güzel beldesi ve Türkiye’nin ilk “sakin şehri” Seferihisar’ın Sığacık Koyuna kurulması planlanan orkinos çiftliği kâbusu Danıştay’dan döndü.

Bu konuda Danıştay’ın daha önce verdiği karara itiraz eden Çevre ve Orman Bakanlığı’nın talebi kabul edilmedi.

Dikkat buyurun Çevre Bakanlığı denizi kirletecek sanayi kuruluşunun faaliyeti için canla başla mücadele(!) ediyor. Bir başka anlatımla kuzu sürüsünün güvenliği kurtlara teslim edilmiş!

Dünyanın her ülkesinde Çevre Bakanlığı, çevrenin korunmasıyla ilgilenirken, bizimki çevrenin içine edilmesi için uğraş veriyor.

Neyse ki, Seferihisar’da Tunç Soyer gibi “çevre savaşçısı” bir belediye başkanı var! Orkinos çiftliği kurulmasına karşı müthiş bir kamuoyu yarattı. Seferihisarlıları ayaklandırdı. Yetinmedi, Türkiye’nin aydınlarını, sanatçılarını, gazetecilerini her eylemde kentine çağırdı.

Sonuç ortada: Sakin şehir Seferihisar örnek bir zafer kazandı!

Seferihisarlılar da nasıl mücadele edileceğini dosta düşmana gösterdiler!

 
***
 
Çok dilli Züleyha

Büyük sanatçı Zülfü Livaneli’nin ezberlediğimiz şarkılarını yabancı seslerden ve değişik dillerde İngilizce, Fransızca, İspanyolca, Almanca, Yunanca, olarak dinledik. Yine güzeldiler… İnsanlığın coğrafyalara göre değişmeyen yasaları var: Müziğin dili evrenseldir!

Ama bir de yaşadığımız ülke Türkiye’de insanları birbirlerine bağlayan, yaşayan diller bulunuyor. Livaneli’nin şarkılarının o dillerden yükselmesi nasıl olurdu? Bu sorunun yanıtını, yıllarca Zülfü Livaneli’nin yanında onun asistanı olarak çalışan Züleyha veriyor:

“Etnik dillerde Livaneli Şarkıları!”

 Türkçe, Lazca, Hemşince, Ermenice, Ladino, Kürtçe, Zazaca, Rumca, Farsça, Arapça ve Gürcüce… Meğer ne çok dilimiz varmış. Hepsi Livaneli besteleriyle Züleyha’nın sesinden yüreklere sesleniyor.

Dinledikçe Anadolu’nun zenginliğini fark ettiriyor.

Geç kalmış eksikliğimizi Zülayha gideriyor. Genç sanatçıya teşekkür borçluyuz!

 
***

SÖZ

Aptallığın kanıtı: Farklı sonuç için aynı şeyi defalarca yapmaktır!

Albert Einstein

 
***

Yemek yemedin bari dayak ye!..

Haber Antalya’da yayınlanan yerel Akdeniz gazetesinde yer aldı:

“Antalya Valisi Ahmet Altıparmak, Alanya’da yemek yemeğe ikna edemediği turiste tekme atan garsona sert tepki gösterdi!”

Antalya turizmin cenneti ilave olarak da başkenti…

Turizm otelcilik mezunu gençlere ayda 750 ile 1000 TL ücreti israf sayıp, ucuz elemanla yüksek kar arzulayan uyanık patronların zaferi işte böyle sonuçlar doğruyor. Eleman kararlı “seç bakalım” diyor:

-Ya yemek, ya dayak!