Siz bu satırları okurken, Osman Kavala’nın 840 gündür tutuklu yargılandığı “Gezi Davası”nın duruşması henüz başlamamış, devam ediyor ya da sonuçlanmış olabilir. İnanılır gibi değil ama Kavala ile birlikte Mücella Yapıcı ve Yiğit Aksakoğlu için ağırlaştırılmış müebbet, aynı davada yargılanan diğerleri içinse 15 yıldan 20 yıla kadar hapis cezası isteniyor.

Memleketin ve yargının verili koşulları içinde kararın ne olabileceğine dair bir öngörüde bulunmak istemiyorum! Hele de Ayşenur Arslan’ın Pazar günkü; “-umarım yanılırım ama-” temennisiyle sıraladığı tahminlerini ve “…dava bittiğinde Türkiye’nin en büyük örgütünün parçası ilan edileceğiz”, hükmünü okuduktan sonra.

Taksim Dayanışması, bu davanın nasıl görüldüğüne dair; “Bu filmi görmüştük biz: deliller muğlak, tanıklar şaibeli, karar sipariş üzerine. Hukuku bitirdiler, bu heyeti kabul etmiyoruz, Gezi’yi savunan kimse yalnız değildir. Milyonlarca şahidimiz var. GeziGerçekMahkemeKurgu” dediği bir video paylaştı sosyal medya hesabından.

O video; “Gezi Umuttur, Umut Bitmez, Karanlık Gider Gezi Kalır” mesajıyla son buluyordu.

En son umut ölür” derler ya, umut adına epey gerçekçi bir sözdür o; umudun da ölümlü olduğunu anımsattığı için! Umut ettiğiniz şeyi öylece eylemsiz, edilgen beklerseniz gerçekleşsin diye; umudu da öldürürsünüz sonunda.

Umudu yaşatmak için çırpınırken öldü Gezi’nin Çocukları!

Bugünkü duruşma öncesinde; “Ben de oradaydım, ağaçlar, nehirler, dağlar kardeşim olduğu için / Ben de Gezi’deydim, düşüncemi özgürce söyleyebileyim diye / Ben de oradaydım, birlikte eylemenin, dayanışmanın güzelliğini yaşamak için / Ben de Gezi’deydim, kimse ne giydiğime, kaç çocuk doğuracağıma, gülüp gülmeyeceğime karışmasın diye / Ben de oradaydım, yaşadığım şehir beton yığınına dönmesin diye / Ben de Gezi’deydim, barış içinde yaşamak istediğim için / Hepimiz oradaydık. Gezi’de dile gelen bu toplumun özlemleri ve talepleridir, yargılanamaz.”, diye seslenmek de umut ölmesin diye!

Gezi bir davaysa eğer; kimseden “çık” komutu almadan ve herkesi şaşırtarak ortaya çıkan gençlerin, asla hayat tarzlarına müdahale ettirmeme kararlılıklarının, kendilerini dayatmalara boyun eğmeden gerçekleştirebilecekleri özgürlük taleplerinin davasıydı!

Farklılıkların saygıyla el ele tutuşabilmesinin ve dayanışmaya engel olmamasının; herkesin bir diğerinin açığını yakalamak için değil açığını kapamak için çırpınışının; özgürlükçü, paylaşımcı, dayanışmacı, ekolojist bir anlayışla kucaklaşabilmenin davasıydı.

Gezi bir davaysa eğer; Gezi Parkı’nın merdivenlerine, ihtiyacı olanların alıp kullanması için elde ne varsa getirip “bedava” diye koyabilmenin, insanların kendinde fazla olanı ihtiyacı olanla parayı aradan çıkararak paylaşmasının davasıydı.

Gezi bir davaysa eğer; Kürdün, Türkün, Alevinin, LGBTİ bireylerin, sosyalistin, sosyal demokratın, yağma ve sömürü düzenine karşı çıkan Müslümanın birlikte özgür ve eşit bir hayat kurabileceklerine; hangimize dokunsalar “Kardeşime dokunma” diye haykırabileceğimize olan inancın davasıydı!

Sosyalist gençlerin koruyucu çemberi içinde namaz kılınabilmesinin, şatafatlı iftar sofralarına karşı insanların yiyeceklerini paylaşabilecekleri yeryüzü sofralarının davasıydı.

Bugün ağırlaştırılmış müebbet hapis, 15 yıl, 20 yıl gibi cezaların istendiği bir davaya konu edilmişse Gezi; ne karar çıkarsa çıksın oradan, Gezi’nin neyin davası olduğunu karartamayacak!

Hiçbir müebbet hapis kararı; bağımsızlık, adalet, özgürlük, eşitlik, dayanışma, kardeşlik, yeşil bir dünya gibi fikirleri sonsuza kadar dört duvar arasına kapatamaz!