Derin vadiler ve yüksek dağlar silsilesi içinde, pirlerin, dervişlerin, raywerlerin, evliyaların, erenlerin yol göstericiliğinde Kızılbaşlık denen bir inancı süren bizim fakirlerin Pilvenk diye bir kolu varmış

Derin vadiler ve yüksek dağlar silsilesi içinde, pirlerin, dervişlerin, raywerlerin, evliyaların, erenlerin yol göstericiliğinde Kızılbaşlık denen bir inancı süren bizim fakirlerin Pilvenk diye bir kolu varmış. Ta Alaattin Keykubat zamanında verilen şecere, vergi vermelerine mani, devletlülerden “hürmet” görmelerine sebepmiş. Tıpkı Bawa Mansur, Dewres Cemal, Kureyşan, Sarı Saltuk, Ağuçan gibi. Pilvenkliler’in kadimde Şıx Delil Berxican derler bir lideri varmış. Bu yüce kişi, bilmem kaç yüzyıl evvel, kim bilir nereden çıkmış gelmiş, yine dağlar tepesinde mukim bir Ermeni köyü olan Pil-Vank’e yerleşmiş. Çocukları olmuş: Mecnun, Kemal, Ali ve Hasan. Bu Pir’in de üyesi olduğu ezbetin adı “Halifanlılar”mış. “Ewlad-ı Resul” sayılır, yol gösterir, muhakeme eder, derman-verir, sulh-sağlarlarmış. “Halife” Şıx Delil Berxican’ın Ocağı da Pil-vank’teymiş. Kurban adamak, dua etmek, şifa istemek burada bin yıldır sürermiş.

On dört yüzyıl evvelmiş. İslam’ın peygamberi Hz. Muhammed öldükten sonra yerine vekil bırakmamış. “Cennete gidecek” on kişi toplanmış, “peygamberin kayınbabası” Ebubekir’i halife seçmiş. Ebubekir, “Resulullah’ın Halifesi” adını almış. Ebubekir’in halife olduğu “devlet”in “anayasası”, Cebrail adlı “melek” ile peygambere gelen “Tanrı Buyrukları” imiş. İslam orduları Ebubekir devrinde Filistin ve İran’da iki zafer kazanmış. O ölünce yerine Ömer geçmiş. O da “Resulullah’ın Halifesinin Halifesi” adını almış. Arap Devleti’ni Arap İmparatorluğu yapan Ömer tek bir kişi etrafında geniş toprakların yönetilemezliğini görmüş. Adalet yokmuş, her taraf kaynıyormuş. O kadar umutsuzmuş ki kendinden sonra bir halife söyleyemez olmuş. Yerine oğlunu bırakması önerildiği zaman, “bir evden bir kurban yetişir” deyivermiş. Basra Valisi’nin fedaisi Ömer’i bıçaklayıp öldürmüş.

Şûra toplanmış, peygamberin iki kızıyla evlenmiş, Emevi ailesinden Osman’ı halife seçmiş. O “Resulullah’ın Halifenin Halifesinin Halifesi” olmuş. Osman önemli makamlara akrabalarını getirmiş, suiistimaller ve yolsuzluklar derken Küfe’de başlayan ayaklanmalar tüm İslam ülkelerine yayılmış, Mısır’dan gelen isyancılar Osman’ın evini kuşatmış, onu hem de eşinin gözleri önünde öldürmüş. Sonra “ilk Müslümanlardan”, Tanrı’nın Aslanı anlamına gelen “Esadullah” denen, peygamberin amcaoğlu Ali halife olmuş. Artık “Resulullah’ın Halifesinin..” demek zormuş, yalnız halife denmeye başlanmış. Muaviye, Ali’nin halifeliğini tanımamış, “Osman’ın öldürülmesinde parmağı var” diye dedikodu yapmış. Deve üstünde peygamberin eşi Ayşe, yanında Şam Valisi Muaviye ve karşıda Ali ve taraftarları, tam savaşmak üzerelerken kılıçların ucuna Kuran sayfaları asan Muaviye askerleri işi Şûra’ya havale etmiş. Şûra, desiselerle Ali’nin saflığından istifade halifeliği bir anda Muaviye’ye vermiş. Hariciyeciler denen grup her iki tarafa tavır almış, bu defa öldürülen Ali’ymiş. “Dört Halife” içinde bir tek Ebubekir –muhtemelen yaşlı olduğundan- “eceliyle” ölmüş.

Sonra Ali oğlu Hasan kendini Küfe şehrinde halife ilân eylemiş, Muaviye tehdit ederek bıraktırmış. Medine’de kendi halinde yaşarken birkaç yıla o da zehirlenerek öldürülmüş. Sonra Hüseyin, Küfe halkının çağrısı üzerine “halifelik bendedir” diyerek bayrak açmış. Muaviye oğlu halife Yezit Kerbela’da kuşatmış, Hüseyin’in başını kesip, yanındaki yetmiş ikileri susuzluktan öldürmüş. Peygamber’in ölümünden sonra -tıpkı öncesi gibi- işte böyle bir entrika, cinayet ve kargaşa yuvasıymış. Ortadoğu’da pek çok ülkedeki aileler ve bu arada bizim kuş uçmaz dağlar içindeki “Halifanlılar” da işte bu “Kerbela soyu”ndan geldiklerine inanırmış.

Halifelik yüz yıl Emeviler’de kalmış. Ebu Müslim Horasani Emeviler’i yıkıp halifeliği Abbasiler’e vermiş. Halifeliğin merkezi önce Enbar, sonra Bağdat olmuş. Sonra Fatimiler Devleti çıkmış, bir halife de orda zuhur eylemiş. Emeviler’in başka bir kolu İspanya’da Halifelik ilân edince, aynı anda üç ülkede halife görülmüş. Cengiz’in torunu Hülagü, bin iki yüz elli sekiz’de Bağdat’ta Abbasi halifesini idam etmiş, Endülüs halifeleri ise daha önce tepelenmişmiş. “Öteki halifelerin” serencamı da aynıymış.

Bunlardan sonra, Baybars’ın çağrısıyla Mısır’a giden El Muntasır kendini halife ilân etmiş. On yedi Halife gören Mısır’da tam iki yüz elli yıl Halifelik yaşamış. Halife bu dönemde de “Müslümanları birleştirme” işini başaramamış, Osmanlı ile Memluklular yıllarca savaşmış. Mercidabık ile Filistin ve Suriye’yi işgal eden Yavuz, Kahire’ye girdiğinde Sultan’ı asmış, Çerkezler’i kesmiş, Memluk soyundan olan beyleri-subayları eşeğe ters bindirmiş, sonra başlarını kesip sopaya geçirmiş, gövdelerini köpeklere yedirmiş. Kahire sokaklarında, ucunda başlar ile sopalardan oluşan bir orman boy vermiş. Yılın dördüncü günü Memluk subaylarını huzurunda kestirip cesetlerini Nil’e attırmış. Tumanbay direnmeye kalkınca Kahire sokaklarına dağılan Yavuz’un askerleri soluk alan her şeyi öldürmüş. Camiler, mezarlıklar savaş alanıymış, o gecenin sabahında sekiz bin insan can vermiş. Sokaklar kan seliymiş, kadın, erkek, çocuk, at, eşek ölüleri birbirine karışmış. Hilafet, Memluk adlı bir Müslüman imparatorluktan, başka bir Müslüman imparatorluğa, Osmanlı’ya geçmiş, dört yüz on yıl da orada kalmış. Osmanlı’da “nizam-ı âlem” için “memedeki bebelerin” boğdurulması vakaları, kardeş katlini “vacip” sayan “Fatih Kanunnamesi” ürünü hikâyeleri yüreğiniz kaldırmaz, tamam anlatmayacağım.

1922’de önce Saltanat ilga, sonra Cumhuriyet ilân eylenmiş. “Halife Vahdettin”, işgalcileri “din kurtarıcıları”, Kurtuluş Savaşçılarını ise “kâfir-katli vacip” ilân eden “Fetva-yı Şerife” çıkarınca ipler kopmuş. Halifelik kaldırılmış. Doksan yıl sonra bugün, Irak’ta IŞİD’çi “halife” el Bağdadi çocuk, kadın, yaşlı demeden “toplu kıyım” fetvaları verip, kafa kopartıp, son olarak Ezidiler’i diri diri toprağa gömerken aslında “geleneğe” sadıkmış. “Yeni Türkiye”nin “Sultan-Halife”si ise, -İslam-Arap, Endülüs, Mısır veya Türk- tüm tarihi kan ve ölümden ibaret halifeliği sinsice canlandırmak istermiş. Bizim dağlardaki mazlum Halifanlıların eski veya “yeni” bu “halifeler” ile tek ortak yanı tarih boyunca yine bunlardan kaçmakmış. İşte biraz da bu yüzden barışçıl ve mutilermiş.