Yazıya oturduğumda, henüz Davutoğlu ve Kılıçdaroğlu koalisyon görüşmelerinin ilk turunun ilk görüşmesine girmemişlerdi. CHP’nin ekonomist ağırlıklı görüşmeci heyeti, ekonomik istikrar, yatırımcıyı ürkütmemek gibi konuları mı öne çıkarır, bilemiyorum.

O heyette olsam, bir tek şunu söylerdim Davutoğlu’na: “Önce yaylaları birbirine bağlama, yeşil yol yapacağız diye dağları tepeleri yarıp delik deşik etme sevdanızdan vaz geçin. Ne konuşacaksak ondan sonra konuşuruz!

Bunu söylemek, bağrı yarılan yaylalarda, dozerlerin önüne dikilerek, bilim insanından siyaset profesyoneline kadar hepimize “devlet ve toplum” dersi veren Havva (Bekar) Ana’ya borçtur.

Hak arayan ve direnen Karadeniz kadının; “Ne mahkemesi? Kafayı mı yediniz? Mahkeme nedir? Mahkeme biziz. Devlet nedir? Devlet yok halk var. Kimdir devlet? Devlet bizim sayemizde devlettir. … Vali bize iki tane çapulcu diyor. Biz çapulcuysak sen nesin? Sen sandalyede oturmuşsun. Biz buraların hamurunda yoğrulmuşuz. Biz çocukluğumuzdan beri burada yaşıyoruz. İş makinelerini alıp gidin buradan. Vali, kaymakam kimdur? Ben, ben, ben; ben halkım” sözleri ciltlerce kitabın anlatamayacağı derstir, anlayana.

Yol medeniyettir klişesini başka illerin valileri rahatlıkla satabilirler, ama Karadenizli sahil yolunun maliyetini biliyor. Sahili bitiren ve bu yüzden sıklıkla doğanın gazabına, denizin saldırısına uğrayan yolun bir benzerinin dağları ve yaylaları da bitirecek bir “medeniyet taşıyıcılığı” yapmasına itirazı bundan.

O yüzden, dev iş makinalarının, o makinalarla birlikte jandarmasını gönderen devletin kapattığı yollardan, yeni yollar açarak geçip, bağrına dayanan kepçelerin tehdidindeki Samistal Yaylası’na çıkıyor.

O görüntüleri izlemişsinizdir; genç yaşlı kadınların ve erkeklerin elden ele taş taşıyarak, ağır kayaları yuvarlayarak, kapatılan yolun yanına yaptıkları yolun görüntülerini… Elinde değneğiyle, oturduğu kayanın üzerinden isyan ederken, “devlet ve toplum” dersi vermekle kalmayıp, cephede bir komutan gibi etrafındakilere cesaret ve direniş azmi aşılayan Havva Ana’nın görüntülerini...

Tüm zamanların en büyük askeri dehası, “stratejinin babası” olarak anılan Kartacalı Komutan Hannibal, fillerle destekli ordusu ile Roma’yla savaşırken, geçit vermez Alp Dağları’na dayandığında “Ya yeni bir yol bulacağız, ya yeni bir yol yapacağız” demişti.

CHP Genel Başkanlığı’na geldiği ilk günlerde röportaj yaptığımız Kılıçdaroğlu’nun odasının duvarında da Hannibal’ın bu sözü vardı. Karadeniz insanı Kılıçdaroğlu’nun duvarına astığı sözün gereğini yapıyor; yaylarının yok olmasına karşı direnişinin yolu kesildiğinde el ele yeni bir yol yapıp geçiyor.

O görüntüleri ve Havva Ana’yı televizyondan izlemek bile “Hannibal da kimmiş, işte Karadeniz kadını!” dememe yetti.

Şimdi, yeşili yok ederek 1500-2000 metre yükseklikte 2600 km kara yolu açmanın, Atatürk Orman Çiftliği’nin bağrına saray saplamaktan farkı yok!

Halkla, hukukla, bilim insanlarıyla inatlaşarak, kim bilir kimin çıkarına tesisler yapılsın diye yaylaları birleştirmeyi hedefleyen “devlet aklı”, sadece çıkar çevrelerinin hizmetinde bir akıldır.

Karadeniz ve insanları, turizmden gelir elde etmeyi fazlasıyla hak ediyor. Ancak, orayı turizm açısından değerli kılan, otantik kültürü ve doğası.

Gölgenin bile parayla satıldığı Akdeniz sahillerinin aksine, Karadeniz’in yayla yollarında ağaçlara iliştirilmiş “İlan. Taflan serbest. Al ye” tabelaları görmek var. Güzelim çam, köknar, meşe, gürgen ormanları içinden geçip, saatte 20-30 km hızla ancak gidilebilen yollarda gözlerinize ziyafet çekerek, ormanın bittiği yerde alabildiğine uzanan çimenlere ulaşmak, sonra dağların zirvelerinden aşağısına hükmeden sisin üzerine çıkmak, oralarda ancak doğayla uyumlu tesisler bulursanız güzeldir. Asfalt kara yolların taşıyacağı beton gördüğünüzde değil!

Direniş her haliyle onur demek; ama yaylaların yeşiline sahip çıkarken, önüne dikilen engelleri “yeni bir yol yaparak” aşmak, işte o; Hannibal’i bile kıskandıracak kadar güzel!