Karl Mark ve Friedrich Engels'in birlikte kaleme aldıkları 1848 tarihli ‘Komünist Manifesto’nun ilk cümlesi şöyle başlar...

Karl Mark ve Friedrich Engels'in birlikte kaleme aldıkları 1848 tarihli ‘Komünist Manifesto’nun ilk cümlesi şöyle başlar; Avrupa'da bir hayalet dolaşıyor - Komünizm hayaleti. Eski Avrupa'nın bütün güçleri bu hayaleti defetmek üzere kutsal bir ittifak içine girdiler: Papa ile Çar, Metternich ile Guizor, Fransız radikalleri ile Alman polis ajanları.

Manifesto’nun Almanca olarak basılan ilk baskısının Londra sokaklarda dağıtılmasından bir iki hafta kadar sonra Avrupa baştan aşağı devrimlerle çalkalanır. İmparatorlukları sarsan ayaklanmalar yaşlı kıtada yeni bir çağın başlangıcını müjdeler.

Marx ve Engels'in "Avrupa'nın üzerinde bir hayalet dolaşıyor" tespitine yol açan gelişmelerin bir benzeri de bugün yaşanıyor. Bir tek farkla ama; “Komünizm hayaleti” bu sefer sadece Avrupa'nın üzerinde değil, artık tüm dünyanın üzerinde dolaşmakta.

Manifesto'nun ünlü son sözü, proletaryanın mücadele sloganı olarak, bugün New York’tan, Chiago’ya, Toronto’dan Tel Aviv’e, Atina’dan Madrid’e, Dublin’den Brüksel’e kadar kapitalist başkentlerde yankılanıyor.

Yapısal bir krizin girdabındaki kapitalizmin neoliberal politikalarının açlığa, yoksulluğa ve geleceksizliğe mahkum ettiği kitleler sokaklarda yeni bir dönemin başlangıcını muştuluyor! Öğrenciler, gençler, beyaz ve mavi yakalı çalışanlar, kadınlar her an işini kaybetme korkusu yaşayan çalışanlar hep birlikte yeni bir mücadele hattı inşa ediyor.

Dünya finans kapitalinin merkez üssü New York’taki Wall Street’e karşı gerçekleştirilen eylemler küresel çapta kapitalizm karşıtı bir hareketliliğe dönüşmek üzere. Wall Strette’te artık “sınıf savaşı başladı” pankartları elden ele dolaşıyor.

***

“Rüyalar ülkesi” Amerika’da orta sınıf hayalleri çöken binlerce kişi “Wall Street'i İşgal Et” sloganıyla çıktığı sokaklarda her geçen gün sınıf söylemini daha da keskinleştiriyor.

Tahrir’de, Plaza Del Sol’da, Tel Aviv’de kurulan çadır kentlerin bir benzeri de New York’ta kuruldu.  17 Eylül’de başlayan eylemler New York’un ardından  Los Angeles, Philadelphia, Teksas, Austin, Tampa, Jersey ve Houston gibi kentlere de sıçradı.

“İşgalciler”e sendikaların ve aydınların desteği de her geçen gün artıyor. Gösterilerde atılan slogan ve taşınan pankartlar ABD’nin korkulu rüyası “sınıf”ın geri döndüğünü gösteriyor.

Sadece New York değil dünyanın bütün sokakları isyanda. Kapitalizm karşıtı gösteriler ABD'nin ardından komşu ülke Kanada'ya da sıçradı. Toronto'nun yanı sıra Montreal Edmonton, Vancouver, Calgary, Saskatoon, Winnipeg ve Regina'da örgütlenen göstericiler 15 Ekim'deki büyük eyleme hazırlanıyor.

Eylemler sadece Kuzey Amerika ile sınırlı değil İrlanda ve Hong Kong’da da 15 Eylül’e hazırlık var. Temmuz sonunda Madrid’den yola çıkan “Öfkeliler-İndignado” ise Avrupa Birliği’nin başkenti Brüksel’e ulaştı. Atina’da ise kitlelerin sokakları terk ettiği güne rastlamak ise neredeyse imkansız.

Bugüne kadar krizin yanından dahi geçemediği İskandinav yarımadasında da çalışanlar sokakta. İsveç’te ardı ardına protesto gösterileri düzenleniyor.
Ekonomik krizin şiddetle hissedildiği Beyaz Rusya’da da halk sokaklara döküldü. Keza Beyaz Rusya, Polonya gibi ülkeler de benzer hareketlilikler var.

Dünyanın bütün ezilenleri sokaklarda. Henüz birleşemeseler de bu haliyle dahi sokağın gücü egemenlerin rüyalarını kaçırmaya yetiyor. Ve son sözün pasını yine Komünist Manifesto’ya atalım: Varsın egemen sınıflar bir komünist devrim korkusuyla titresinler. Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yoktur. Kazanacakları bir dünya var. Bütün ülkelerin işçileri, birleşiniz!

***

Fransız solunun öğrettiği ders!

Fransa'da sol gelecek yılki cumhurbaşkanlığı seçiminde Sarkozy'yi devirmek için kolları şimdiden sıvadı. Ana muhalefet Sosyalist Parti seçimde Sarkozy’nin karşısına çıkaracağı adayı belirlemek üzere ön seçime gitti. 1,5 milyondan fazla “sosyalist”in oy kullandığı pazar günkü seçimim ilk turunda hiç bir aday yüzde 50’yi bulamazken, François Hollande ile Martine Aubry önümüzdeki pazar günü ikinci turda bir kez daha kozlarını paylaşacak.

Aday belirleme sürecini bir nevi genel seçim provasına dönüştürmeyi başaran Fransız solu, hiç bir konuda olmasa bile en azından aday belirleme konusunda dünya soluna örnek olmayı başardı! Öyle ki sağcı Başbakan François Fillon başta olmak üzere iktidar partisi de ön seçimin “demokratik bir süreç” olduğunu kabul etmek zorunda kaldı.