1997'de İzmir'de "Sevgili dost Hay

1997'de İzmir'de "Sevgili dost Haydar'a, 'uzak'taki dostlarımıza bir şiir demeti sunmanın sevinciyle" diye imzalamış 'Hece Taşları'nı (İyi Şeyler Yayıncılık). Mehmet H. Doğan hazırladığı seçkiye Beşir Fuad'dan Nâzım Hikmet'e, Necatigil'den Kaan İnce'ye, Nilgün Marmara'dan Metin Altıok'a yitirdiğimiz şairlerin anısına yazılan şiirleri toplamış. Kitabın girişinde seçkiye de adını veren dörtlüğü var ulular ulusu Yunus Emre'nin:" Yunus der ki gör takdirin işleri/dökülmüştür kirpikleri kaşları/başları ucunda hece taşları/ne söylerler ne bir haber verirler".

Mezar oturuncaya kadar, yaklaşık bir yıl, hece tahtası dikiliyor başına, sonra da mezar taşı dikiliyor. Üzerinde ölenin adı sanı, doğum-ölüm tarihi, işi, ölüm sebebi, çocuklarına vasiyeti, bir Fatiha okunması isteği ama en çok da dörtlükler, beyitler, son zamanlarday-sa 'yaşam bilgeleri'nden seçme aforizmalar. Mehmet H. Doğan da seçkisini, şairlerin şairler için yazdığı 'hece taşları'yla oluşturmuş bir bakıma, önsözünü şu cümlelerle bitirmiş: "Seçkinin yeni ölümlerle genişlememesi en büyük dileğim. Onlarla daha nice yıl birlikte yaşamak, hece taşlarını okumaktan çok daha güzel çünkü!" 11 yıl sonra o da kendi seçkisinde yar alacakmış meğer.

Cuma öğlen İzmir Güzelbahçe'de Yalı köyünde toprağa verdik Mehmet Abi'yi. Ankara ve İstanbul'dan şair, yazar, gazeteci arkadaşlarla, İzmir'den dostları ve edebiyatçıların katıldığı kalabalık bir törendi. Ardından evine de yakın olan Urla girişindeki Cumhur Kaptan'a gittik. 'Hece Taşları'nda pilotluk günlerindeki ölümler için şöyle diyordu: "Uçuculuk günlerimde ölüm elle tutulurcasına somutlaştı yaşamımda.

Yirmilerinde genç pilotlardık ve iki üç yıl içinde aramızdan birçok kişiyi, Chopin'in cenaze marşı eşliğinde şehitliğe götürdük ve gömdük ellerimizle. Bir gün önce birlikte yediğimiz, içtiğimiz arkadaşımızın anısına kadeh kaldırıyorduk ertesi akşam." Biz de Mehmet Abi'nin son zamanlarında çok sevdiği bu mekânda ikindi rakıları içerek, Chopin'in cenaze marşı eşliğinde değil ama sevdiği Elazığ hoyratları, Ege türküleri ve Türk sanat müziği eserleriyle uğurladık onu. Sevgili dostları Turhan Günay, Semih Poroy ve Hasan Özkılıç, o aramızdaymış gibi hem çalıp hem söylediler, Fevzi Palut da anısına incelikli hoyratlar söyledi.

'Hece Taşları'nda yaşamın ölümle içiçeliğine de değinir: "Şair dostum Sina Akyol, daha on on beş yıl öncesine kadar, İstanbul'da, Çengelköyü, Beylerbeyi halkının baharda hemen yöredeki eski mezarlıklarda piknik yaptığını, mezarların hemen yanı başında yenilip içildiğini, çocukların oyun oynadığını anlatıyordu geçende: "Dirseğini mezar taşına dayamışsın, kadehin de hemen taşın üzerinde... Yaşayanlarla ölüler öylesine iç içe." Yaşamla ölüm arasındaki ürkü çitini aşmak elimizde aslında. Korkunun yerine sevgiyi koymak yeter. Yazın güneşten kavrulmasın diye mezarın başına gölge yaparak bir ağacın dikilmesini bugün böyle sevgiye bağlamak hoşuma gidiyor, ama bunun yine çok eski çağlardan, tek-tanrılı dinlerden önceki paganizmin, şamanizmin orman ve ağaç tapırtılarından gelme bir töre olduğunu bilmek belki de daha hoş bir duygu." (agy., s.10)

Cumartesi öğleyin Mehmet Abi'yle yakın dostumuz Orhan Tekelioğlu ile bir ufak Yeni Rakı alıp, Yarendere Sokağı'ndaki köy mezarlığına gittik yeniden. Dünün çelenkleriyle, çi-çekleriyle örtülüyüdü Mehmet Abi'nin üstü. Oturduk yanına, sohbet ettik epey, çevresindeki yakın komşularını tanıştırdık ona, Girit eşrafından Bayık ailesinin fertleri vardı çoğunlukla, biri de emekli topçu albaydı, güldük Orhan'la, "Mehmet Abi, işte senin tertiplerden biri, yabancılık çekmezsin" dedik, o yüzbaşıyken ayrılmıştı, gökyüzünden ayrılalı çok olmuştu yani. Rakıyı usul usul başucundan doğru toprağına döktük, biraz içimizi döktük, biraz gözyaşı döktük, rakı bitince de ezberimizdeki nadir şiirlerden birini okuduk. Başucunda tam da istediği gibi bir çınar vardı, yanında da bir hayrat, onun deyimiyle 'hoş bir duygu'ydu bu.

'Hece Taşları'yla aynı günlerde yayımlanmıştı benim '40 Şiir ve Bir' kitabım, onun 'Budala' başlıklı son şiiri "Kuzu, bu dünyada budalaydık ya bizi/gökyüzündeki bahçeye de habersiz indirdiler/otuz yıldır gökyüzünde saklıyoruz dedemi/gözyaşını yük olur diye taşımayanların bakışlarından uzak..." dizeleriyle başlar. Mehmet Abi şiiri okuyunca 'ölmek' yerine 'saklamak' denmesinin hoşuna gittiğini söylemişti. Alevilerde 'saklamak', 'sonsuzluğa göçmek' ve 'Hakk'a yürümek' deyimlerinin kullanıldığını anlatmıştım ona, "sanki o zaman olmuyormuş gibi olur insan" deyip çok keyiflenmişti. Şimdi küçük, beyaz boyalı mezarlığında dinlenmeye koyulduğu Tahtacı-Alevi Yalı köyünde 'sakladık' onu. 'Sakladığımız' yerde o hâlâ 'mavi gözlü genç pilot'un sonsuzluğa kadar kalbimizde yaşayacağını bilerek. Güle güle sevgili abim, canım arkadaşım, ışıklar içinde uyu.