Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) arası siyasi iktidarlarla eskiden beri iyi değildi ama AKP dönemi hepsinden farklı oldu. Daha öncekileri saymıyorum, son beş yılda iktidarın üç kez büyük saldırısına uğradı TTB.

İlki TSK’nin Afrin’de Zeytin Dalı Harekatı başlattığı günlerde TTB tarafından yapılan “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” başlıklı yazılı açıklamadan sonra geldi. Tayyip Erdoğan’a göre TTB terör seviciydi, Devlet Bahçeli’ye göre ise hekimlerin utancıydı ve derhal kapısına kilit asılmalıydı.

Bu hedef göstermelerin ardından, 30 Ocak 2018 sabahı TTB Merkez Konseyi üyeleri evlerinden, hastanelerinden gözaltına alındı. Bu kadarla da kalmadı, TTB binası da basılarak bilgisayarlarına, evraklarına el konuldu.

Bu baskınlardaki amaç TTB yöneticilerini tutuklamak ve görevlerinden uzaklaştırmaktı ama bildiri çok özenli bir hekim diliyle yazılmıştı, zaten hekimler de savaşın bir halk sağlığı sorunu olduğunu halk sağlığı eğitimlerinden biliyorlardı.

Bu durumda tutuklamanın bedelinin kendisi için daha zararlı olacağını gören iktidar TTB yöneticilerini serbest bırakmak zorunda kaldı. Sonraki dava sürecinde cezalar verilse de istinafta bozuldu, hepsi beraat ettiler.

∗∗∗

İkinci saldırı Covid-19 salgını günlerinde, gene TTB’nin yazılı bir açıklamasından sonra geldi. Salgın altıncı ayını doldurmuştu. AKP’li Sağlık Bakanı her akşam elinde turkuaz bir tabloyla televizyonlara çıkıyor, salgına karşı nasıl başarılı mücadele ettiklerini anlatıyordu. Mücadele değil ama Bakan’ın bu şovları etkili oluyor; muhalefet partileri bile “Koca yalan”lara inanıyor, Tayyip Erdoğan’ı eleştirseler de memuru Fahrettin Koca’ya toz kondurmuyor, hatta övgüler düzüyorlardı.

Oyunu bozan 15 Eylül 2020 günü TTB’nin çağrısıyla “Yönetemiyorsunuz. Ölüyor, tükeniyoruz” dövizleri ve maskeleri, siperlikleri, koruyucu tulumlarıyla hastane önlerine, kent meydanlarına çıkan hekimler oldu.

Twitter hesabından “Bu teşebbüs zehirli ve zillet bir komplodur” diye mesaj atan Bahçeli yine çok kızmıştı, TTB’nin kapatılmasını, yöneticileri hakkında adli işlem yapılmasını istiyordu. TTB’yi gene “terörle iç içe olmakla” suçlayan Erdoğan ise bakanlarına “çoklu baro” gibi bir çalışmanın TTB için de yapılması talimatı verdi.

Ancak TTB’nin hazırladığı bildiri gene son derece özenli ve bilimseldi. Hangi hekimin önüne koysanız altına imzasını atardı.

Üstelik Bahçeli’nin mesajı da ters tepmiş, “İyi ki TTB Var” ve “MHP kapatılsın” hashtagleri Twitter’da kısa sürede TT olmuş, Saadet Partisi Başkanı Temel Karamollaoğlu bile Bahçeli’nin sözlerine kahkahayla gülmüştü.

İktidar bir kez daha yanlış zamanda yanlış hamle yapmış, TTB’yi gene zayıf bir anında yakalayamamış, TTB bir kez daha hekimlerden aldığı destekle saldırıyı boşa çıkartmıştı.

∗∗∗

Son saldırı TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın 19 Ekim 2022’de Medya Haber TV’deki TSK’nın kimyasal silah kullandığı iddialarıyla ilgili malum röportajında söylediği “Belli ki doğrudan sinir sistemini tutan toksik gazlardan, zehirli gazlardan, kimyasal gazlardan biri kullanılmış durumda.” sözlerinden sonra geldi. Önce tutuklama, peşinden görevden alma davası açıldı.

Bunun haksız, hukuksuz, siyasi bir dava olduğu daha baştan belliydi.

Bir kere, Şebnem Korur Fincancı o röportajı TTB Başkanı kimliğiyle vermediğini, o sözleriyle de TSK’yi kast etmediğini söylüyordu. Üstelik o röportaj için TTB Merkez Konseyi’nin bir kararı olmadığı gibi diğer Merkez Konseyi üyelerinin böyle bir röportaj verileceğinden bilgileri ve onayları olduğuna dair bir kanıt da ortada yoktu. Dahası, bütün bu süreçte ne TTB Merkez Konseyi’ne de diğer Konsey üyeleri Şebnem Korur Fincancı’nın o sözlerini onayladıklarını, arkasında durduklarını söylemiyorlardı. Hakim onların ne söylediğini bile sormadan hepsini birden görevden aldı ve yerlerine kayyum atanmasına karar verdi.

Peki şimdi ne olacak?

Önce gerekçeli kararın yazılması ve tebliğ edilmesi gerekiyor. Ardından iki haftalık istinaf süresi var. Sonra Ankara Bölge İdare Mahkemesi’nin vereceği kararın beklenmesi, bu sürecin sonunda karar onaylanırsa kayyumların göreve başlaması ve 6023 sayılı TTB Kanunu’nda yazıldığı gibi bir ay içinde yeni TTB Merkez Konseyi için seçim yapılması gerekiyor.

Normalde sürecin böyle işlemesi gerekiyor ama burası Türkiye, mahkemenin gerekçeli kararını açıklamasından sonra kayyum sürecinin başlatılması ihtimali de tabii ki var.

∗∗∗

Bütün bu olanlara bakınca bu davanın siyasi iktidar ile TTB yöneticileri arasında geçtiğini düşünebilirsiniz.

Oysa öyle değil.

Çünkü TTB’nin asıl sahipleri İstanköylü Hipokrat’tan, Bergamalı Galen’den bu yana burada, bu topraklarda hayata ve topluma adanmış bir mesleğin onurlu üyeleri olarak insanlara hizmet veren bütün hekimlerdir.

Senenin 365 günü icap nöbetçisi bir uzman hekim, sabaha kadar ameliyat yapan bir cerrah, yılda binlerce hasta muayene eden bir dahiliyeci, hayata anne karnından itibaren eşlik eden bir kadın doğumcu…

Yitirdiği hastasının ardından “kızamık ağıdı” yakan bir çocuk doktoru, ömrü narkoz koklamakla geçen bir anestezist, her ambulans sesinde yerinden fırlayan bir acilci, petri kutuları arasında bir mikrobiyolog, formaldehit kokuları arasında bir patolog…

Her türlü hastalıkla tek başına başa çıkmaya çalışan bir kasaba doktoru, kimselerin gitmek istemediği bir köy sağlık ocağında yalnız başına bir pratisyen hekim, yirmi dört saat uykusuz geçen nöbet ertesinde vizite hazırlanan bir asistan hekim…

Aile sağlığı birimine hapsedilmiş bir aile hekimi, gün boyu öğrencilerine ve asistanlarına mesleği öğretmek için çalışan bir akademisyen, işte ve evde çifte mesai yükünü taşıyan bir kadın hekim…

Her yaştan ve her branştan hekimlerindir TTB.

Bugünlerde yaşadığı bu büyük darbeyi de yüzünü bir kez daha hekimlere dönerek, hekimlere giderek, hekimlerle kol kola girerek, hekimlerin gücüne dayanarak aşabilir.