“Helalleşmek” ama nasıl?
Geçen günkü “Helalleşme ve sorular” yazımda Kılıçdaroğlu’nun helalleşmeyi CHP adına mı, yoksa kendisini artık devletin başına gelmiş sayarak devlet adına mı istediğini sormuş, her iki durumda da netleştirilmesi gereken noktalar ve yanıtlanması gereken başka sorular olduğunu söylemiştim.
Sıraladığım soruların yanıtı, Kılıçdaroğlu’nun salı günkü konuşmasında büyük ölçüde vardı.
Bence, Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığına aday olacağı, hatta kendini kazanmış gibi gördüğü ve helalleşmekten söz ederken de kastettiğinin, devletin yıllar boyunca farklı toplum kesimlerinde açtığı yaralar olduğu netleşti.
O, bunun bir seçim stratejisi olmadığını söylerken, seçime kadar konuşulup sonra unutulacağının düşünülmesine itiraz ediyor. Oysa, bir seçim stratejisi olduğu da açık ve sonradan unutulmayacaksa “strateji” denmesinde de bir yanlışlık yok.
Helalleşilecekler olarak saydıkları, tıpkı benim yazımda sorduğum sorular gibi bir özet liste ve seçimde destek almayı hedeflediği kesimlere dönük de bir mesajdı.
Listede şunlar neden yok, bunlar neden var diye eleştirenler olacak, oluyor. Helalleşmenin dini bir kavram olmasından ve dilin gerçekliği inşa edişinden hareketle muhafazakârlaşma eleştirileri yapılıyor. AKP’nin suçlarının hesabı sorulmayacak mı diyenler var. İktidar çevresi de “neyin hellalleşmesi ya, hesap ver” söylemiyle tepki verecek, veriyor.
Bunların her birinin CHP’nin şimdiye kadar yaptıklarıyla ilgili haklı temelleri olabilir. Ancak, geçen yazıdaki bir saptamayı tekrar edersem; “Nereden bakarsanız bakın, farklı kavramlaştırmalarla da olsa, insanların olağanüstü bir çoğunluğunun toplumsal barış, adalet ve özgürlük talep ettiği bir toplumda, ülkeyi huzura kavuşturma, barıştırma, yaraları sarma söyleminin alıcısı olur.” Kutuplaştırma, çatıştırma politikalarının iflas ettiği koşullarda, bu söylem CHP’ye oy getirebilir.
Öte yandan, Kılıçdaroğlu’nun gittikçe dozunu yükselttiği “oldu da bitti maşallah” havası ciddi bir tehlike içeriyor. Bu hava toplumsal muhalefeti gevşetip, rehavete yol açarak iktidarı varlık-yokluk meselesi sayan AKP-Saray yönetimi karşısında acı sonuçlarla karşılaşmaya yol açabilir!
Tam da bu noktada, CHP’nin solunda güçlü bir direniş odağı yaratmak, toplumsal muhalefeti uyanık ve diri tutacak bir örgütlenme ve eylem çizgisi izlemek yaşamsal önem kazanıyor.
Kılıçdaroğlu’nun, “güçlendirilmiş parlamenter sistem” diye anlatılanlardan daha ileri bir adım saydığım “helalleşme”sini bir tür “yüzleşme” olarak tanımlamak da mümkün. Altının doldurularak netleştirilmesini, farklı gerekçelerle yok saymaktan daha yararlı buluyorum.
Ülkenin makus talihini değiştirmek, gerçek anlamda demokratikleşmek ve yaraları bir daha açılmayacak şekilde sarmak, sınıfsal boyutlarını “Soma ile helalleşme”nin ötesine taşıyacak bir sol siyasetin de görevi. Bu, laik demokratik bir cumhuriyeti yeniden kurmak demek!
Geçmişin yaralarını sarmak, ancak geçmişin yaralılarının her birinin mutlu mesut, karnı tok sırtı pek özgür bireyler olarak yaşayacakları bir gelecek toplum tasarımına ikna etmekle mümkün.
Gitmekte olanın yerine neyi koyacağımızı anlatıp, onu gerçekleştirecek örgütlenmeleri, birlikleri yaratmakla mümkün.
Geçmişin yaralarını sarmak, soyut bir “helalleşme” söyleminden öte, yarın kuracağınız yeni toplumu somut olarak tanımlamakla mümkün.
Böyle bir gelecek tasarımına da “ben” demeyi bırakıp “biz” diyerek başlayabiliriz. Ne yapacaksak ancak birlikte yapacağız ve birlikte olabilirsek yapacağız!