AKP’nin, “başkan”ın ve başkanlık sisteminin altındaki toplumsal zeminin ne kadar kaydığına dair bir düşünceniz varsa, işte onu üçle beşle çarpın!

Yazıya böyle girmeyi İmamoğlu’nun Kanal İstanbul konusundaki sunumunu dinlerken akıl ettim. O, kanalın maliyetine dair rakamları telaffuz edip, ardından bunu ikiyle üçle çarpın yanılmazsınız derken.

Altlarındaki toplumsal zeminin ne kadar kaydığını AKP yönetimi ve Erdoğan hepimizden çok daha iyi görüyorlar ve o kaymanın bizim düşündüğümüzden kat kat fazla olduğunu biliyorlar.

Mutlaka tanıdığınız, bildiğiniz AKP’liler vardır etrafınızda; onlara bir bakın ve eğer açıkça vaz geçtiklerini söylemiyorlarsa, AKP’yi ve Erdoğan’ı savunma biçimlerini eski halleriyle karşılaştırın. Artık o kapı kapı dolaşan kadınlar, genç kızlar ve genç erkeler kalmadı. “Apolitikleşme” en fazla dünün “en politikAKP’lilerinde görülüyor, eğer hala bir çıkar kanalıyla bağlı değillerse partilerine.

İktidarın içeride Kanal İstanbul’u illa da yapacağız, dışarıda Libya’ya illa da gideceğiz diye tutturmasının, başka nedenler yanında, önemli bir nedeni de bu.

İçeride sıkıştığında bir dış çatışmaya sarılmak her iktidarın vazgeçilmez reçetesidir. Sıkışmışlık ne kadar büyükse, o kadar da büyük risklere, maceralara dalarsınız sınır ötesinde.

Ne yazık ki, Türkiye, geleneksel “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” dış politika ilkesini, Özal’ın 1 koyup 3 alma anlayışının ardından, bu iktidarın da pısırıklık sayan yaklaşımıyla terk etti. Geleneksel politikanın tersine, hızla, dışarıda askeri operasyonlarla kazanımlar peşinde koşan bir devlet haline gelmeye başladı.

İktidar içeride sıkıştıkça bu hız da artıyor. Libya tezkeresi yeni yılla birlikte Meclis’e getirilecek ve yeni bir “1 Mart tezkeresi” olayı yaşanmazsa, Türkiye kendisini son derece karmaşık ve tehlikelerle dolu topraklarda, sonu kestirilemez bir maceranın içinde bulacak.

Bu işe aklı yatmayanları ikna için bulunan en önemli argüman da, “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesinin sahibi Mustafa Kemal’in Libya’da savaşmış olması! Gazi Mustafa Kemal Libya’da ne arıyordu?

Bu müthiş argümana, “Libya o zaman Osmanlı toprağıydı, Gazi de orada vatan toprağını savunmak için bulunuyordu” diyecek çok AKP’li olacaktır.

Türk dış politikasının AKP iktidarında aldığı hal insanın aklına ister istemez AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında, Sabancı Üniversitesi’ndeki konuşmasında George Soros’un yaptığı o müthiş (!) saptamayı getiriyor: “Türkiye’nin stratejik konumu nedeniyle en iyi ihracat ürünü ordusudur.

Şimdi, her biri kendi içinde de farklı grupları, kabile yapılarını barındıran üç ayrı bölgeden oluşan; paralı askerlerin cirit attığı ve arkasına farklı ülkeleri almış grupların çatışma alanına dönmüş olan Libya’nın; Kuzey Afrika’nın bütününü istikrarsızlaştıracak sonu görülemeyen bir uluslararası savaş alanına dönüşmesi işten bile değil.

İmamoğlu, “Felaket, ihanet, cinayet projesi” diye tanımladığı Kanal İstanbul’un kente ve ülkeye toplumsal, ekonomik ve ekolojik maliyetinin neler olacağını anlattığı konuşmasını son derece çarpıcı, güçlü bir sloganın önünde yaptı: Ya Kanal Ya İstanbul!

İmamoğlu, “Ben değil bilim söylüyor” diyerek aktardığı verilerle, iktidarın kendisi için İstanbul’u feda etmekte olduğunu vurguladı ve kanal yapılırsa İstanbul gidecek, bitecek dedi. Bu kadar önemli yani.

Aynı sloganı Libya ile ilgili kullanmak da mümkün; Ya Libya Ya Türkiye!

Bütün uyarılara karşın, iktidarın “Hem Kanal Hem Libya” ısrarı, İstanbul’la birlikte ülkenin geleceğini de riske atıyor.