Tertele, bizim ellerde bir topluluğu kökünden kazma, tıraşlayıp yok etme, bir daha doğmayacak şekilde ortadan kaldırmanın adıdır. Tertele Zazu, Şeyh Sait’in isyanıdır. Bu bizim tertele, son yıllarda otuz sekiz tartışmalarıyla gündeme geldi. Tertele Dêsim, 1938 sırasında yapılanların adıdır. Hatta Avrupa Parlamentosu, Dersim Tertelesi adıyla toplantılara ev sahibi oldu.

Eskiler konuştuğunda, olayları hep bu terteleyle anlatırdı. Tertele Zazu, Tertele otuz sekiz derlerdi. Hep bir kabul etmişlik, kederli bir yenilmişlikle. Tertele Demenu dediklerinde ise Demenanlıların üzerine salınan yok edici fermanı kastederlerdi. Yani tertele, bazen bir aşiretin sonunu getiren mühürlü fermanın yarattığı alt-üst oluşun adıydı. Bu alt-üst olma, öyle bir şeydi ki Xızır sizi inandırsın, ne zelzele, ne kasırga, ne de pukeleka, ne de başka bir doğal felaket ile karşılaştırılabilirdi.

Terteleler arasında büyüklük küçüklük, öncelik sonralık kategorileri vardı. Ne yapsın dağlılar, hayatlarında geleni gideni onlara sadece yıkım getirmiş. Tertele Pil, Tertele Qız, Tertele Vıren, Tertele Peyen işte bu felaketlerin adlarıydılar.

Bizim oraların rivayet ve masallardan ibaret sözlüğünde 1915’in adı Tertele Vıren’dir. Önceki felaket, demektir. Tertele Peyen ise 1938’de olanların karşılığıdır. Bizim dağlılar, 1915’te olanları 1938’de olacakların habercisi olarak görmüşler. Herkes elini kanla yıkayıp, değirmen, tarla, konak, ağaç için komşularını kesip, çocuklar ciyaklayınca, bu okuma bilmez, yol çıkarmaz dağlılar, anlamışlar başlarına gelecekleri. Sahiplenmişler, kaçırmışlar, saklamışlar, hiç kaçınılamaz bir kader birliği yapmışlar.

Bu zavallı 1915’lilerin neleri varmış, neleri. Halvori’deki en büyük Surp Garabet Manastırlarını mı söyleyeyim, Çemişgezek’teki Surp Asdvadzadzin’i mi. Xarasar’daki Toros kilisesini anlatayım, Ağzunik’teki Sarkisi mi. Yüzlerce manastır, kilise, ibadethane, ziyaret varmış. Xozat Erkan’daki manastır en görkemlisiymiş. Bölgedeki uzun ceviz ağaçlarından adını almış. Şeref kapısı, ilk sütundan sonraki dar geçiş, yan duvarların kemer yapısı çok şahaneymiş. Yüzyıllardır kayıp olan içindeki el yazmaları, kim bilir hangi hırpaninin hain kasasındadır.  

Mirakyanlar bu garibanların en savaşçı koluymuş. Thujik eteğinde yaşayan bu aşiret, Osmanlı ordularını bölgeye sokmamış. Kasabalarda hiç kimse onlara yan bakamaz, attıklarını hayatta sektirmezlermiş.

Bir de sofralar varmış. Büyük, bol çeşitli, zengin ziyafet sofrası Hermeni’nin evindeymiş. Zanaatçı, tüccar, sanatçılarmış. Bizimkiler üç telli curayla cem oladursun, onların piyanosu bile varmış. Dedim ya, sanatçı milletmiş.

Yirmi dört Nisan gelip çalınca kapıyı, bunlar Xarpêt’ten düşmüş, vurmuş, gelmiş bizim ellere. Bir yol arıyorlarmış, Suriye çöllerinden kurtulmak için. Bizimkiler, bext, namus, gariplik, mazlumluk, başka bir sürü şey demiş birbirinin gözlerine bakarak, el vermişler zor günde onlara. Hiç beklememişler, aniden sır olup gitmişler, Erzincan illerine ki, bedeli otuz sekizde ödenecekmiş.     

Yemeği, düğünü, duası, kilisesi, rahibi, keşişi, bayramı, gağanı, xeylası, atıcısı, anısı çok olan Hermeninin imi-timi yüz yıldır kalmamış. Papa’nın şahitliğinde dünya yeniden duyduysa da bugünlerde acılarını, değişen bir şey yokmuş.

Yaşlıların anlattığı hikâyeler yalan söylermiş. Kilisenin yıkık duvarı, keşişin sakalı, bin yaşındaki köyün adı rüyaymış. Biz masummuşuz, Hermenilere hiçbir şey yapmamışız. Biz değil, Hermeniler bizi kırmış. Tertele Vıren hiç olmamış, yokmuş.

Pukeleka: fırtına, Tertele Pil: Büyük soykırım, Tertele Qız: Küçük Soykırım, Tertele Peyen: Son Soykırım, Tertele Vıren: İlk Soykırım.