Bir kez daha cinayeti gördük

Taksim’de toplanıp Pangaltı’daki Agos Gazetesi binasının önüne doğru yürüyen on binler haykırıyordu:

-Bu dava böyle bitmez!
 


Aynı sıralarda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de Hrant Dink Davası için Aksaray’da şöyle konuşuyordu:

-Bu dava Türkiye için sınav niteliğindedir!

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ise Hrant’ın eşi Rakel Dink’in 5 yıl önce eşinin cenazesinde yaptığı konuşmadan aldığı cümleleri telaffuz ediyordu:

-Bir çocuktan bir katil yaratan sistem…

Başbakan Tayyip Erdoğan da sonuçtan rahatsızdı. Bunu da Mehmet Ali Birand’a verdiği özel demecinde bütün Türkiye’ye ilan etti:

-Yargı süreci henüz bitmemiştir!

O zaman Hrant Dink’in katledilmesi davası niye yargı skandalına dönüştü?

Davanın avukatlarından Ergin Cinmen, Hrant’ın katledilişinin 5. yılında19 Ocak Perşembe sabahı İMC-TV’ye şöyle diyordu:

-Bu davanın esas sanıkları olması gereken; İstanbul ve Trabzon’daki emniyet, istihbarat ve jandarma birimlerinin en üst amirleri için yargılama izni verilmedi.

-Bu izni kim verebilirdi?

-Siyasi irade yani iş başındaki Hükümet!

Ergin Cinmen davanın yanlış bir yolda ilerleyip, skandal sonucu ulaşması aşamasından bir örnek daha veriyordu:

-Biz bu yetkililerin en azından TANIK OLARAK dinlenebilmeleri için talepte bulunduk, o da kabul edilmedi.

-Kim kabul etmedi?

-Davanın görüldüğü İstanbul’daki 14. Ağır Ceza Mahkemesi!

İstanbul Özel Yetkili Savcısı Hikmet Usta, karara itiraz ederken “örgütün varlığı açıktır” dedikten sonra çok ciddi bir ithamda bulunuyor:

-Mahkeme yasaya aykırı davranmıştır!

Yasaya aykırı davranışın anlamı ne olabilir?

Suç işlemek?!!

Bu kadarı yetmez mi? Aslında yeter ama durun daha devamı var. Mahkeme Başkanı Rüstem Eryılmaz da konuştu. Ağır Ceza Reisinin sözleri üzerine epeyce gürültü kopacak ama en önemlisi şu:

-Örgüt bağlantısı tam olarak ortaya konulamadı!

Ergin Cinmen de böyle söylüyor. Ancak savunma daha ne yapabilirdi ki? Telefon kayıtlarının mahkemeye getirilebilmesi için bile hem bürokrasi hem emniyet hem yargının ne kadar direndiği ortada değil mi?

Davanın geldiği karar aşaması aslında katilin fiziğini tam olarak ortaya koydu: Devlet!

Şimdi –doğal olarak- bu davanın kanı, kiri, pası Hükümet’in üzerinde kalacaktır. O yüzden Gül, Erdoğan, Arınç böyle konuşmalar yapmak zorunda kaldılar. Topu yargıya attılar.

Siyasi irade cinayetle arasına mesafe koymak isteyince, da hem savcı hem de hakim mağdurların 5 yıldır söylediklerini ancak skandal karardan sonra telaffuz etmeye başladılar.

Perşembe günü Taksim-Pangaltı arasında Hrant’a yürüyenler açık olarak gördüler ve gösterdiler:

Hrant Dink vurulduğu yerde boylu boyunca yatıyor!

İşbaşındaki bütün etkili ve yetkililer ise birbirlerini işaret etmeye başladılar:

-Ben yapmadım, o yaptı!

 ***

Savaştan Barıştan

Sahnede eylem var!
 


Bizim Tiyatro bu yıl 31. Kuruluş yılını kutluyor. Dile kolay kesintisiz 31 yıl perde açmak, seyirciyle buluşmak, oyun sahneye koymak, alkışlarla yaşam mücadelesi vermek…

Bizim Tiyatro’nun bir iddiası da var: Tiyatro sadece “hoşça vakit geçirmek” için gelinen bir yer değildir. 31 yıllık sanat hayatı bu çizginin pek çok başarılı örnekleriyle doludur.

Savaştan-Barıştan ise şimdiye kadar sahnelenen oyunlarından biçim olarak çok farklı, içerik olarak ise aynı çizginin devamı niteliğinde…

Sahnede sinema var, şarkı var, şiir var, belgesel var… En önemlisi de bir tiyatro topluluğun piyasa koşullarına ödün vermeyen “bel kemikli” duruşu var.

Barış bu ülkede en fazla ihtiyacımız olan kavram… Savaşmaktan başka bir yol bilmeyenler ise “Barış” denildiğinde hemen silahlarını çekiyorlar:

-Hainler!

1950’de Kore’ye asker gönderilmesine karşı çıkan Behice Boran ve arkadaşlarının Barış Severler Derneği bu şekilde itham edilmişti.

12 Eylül 1980 darbesinde de ilk önce Barış Derneği’ni askeri yargıya sevk ettiler…

Bizim Tiyatro’nun yeni oyunu “Savaştan Barıştan” Osmanlı İmparatorluğundan başlayıp günümüze doğru Kurtuluş Savaşı, İkinci Dünya Savaşı, Soğuk Savaş, Vietnam, Nükleer Silahlar ve 68 Kuşağı’nı kapsayan bir yolda ilerliyor.

Savaşların içinden Nâzım Hikmet, Oktay Rıfat, Melih Cevdet, İsmail Uyaroğlu, Bertolt Brecht şiirleriyle geçen Zafer Diper- Haluk Çetin ikilisi Barışa varmanın zorunluluğunu gösteriyorlar.

Şarkılar, şiirler, belgesel filmler, özel söyleşiler, izleyici katkıları, her şey var. Savaştan-Barıştan anti-militarist bir ders niteliğinde… Daha özet ifade etmek gerekirse şöyle denilebilir:

-Sahnede eylem var!

Not: Bizim Tiyatro Kadıköy Barış Manço Kültür Merkezi’de…

***

Zonguldak’ta olmak var

Zonguldak sevgisi benim hayatıma 1990 Kasım’daki  “Madenci Grevi”yle girdi, öyle de kaldı. Türkiye işçi sınıfı tarihindeki en büyük eylemler arasında yer alan görkemli grev ve ardından gelen Zonguldak-Ankara Yürüyüşü’nün her aşamasını izleyen bir gazeteci olmanın mutluluğunu yaşadım.
 


Zonguldak’ta her meslek grubundan dostlarım oldu. Başta gazeteci arkadaşlarım olmak üzere işçiler, sendikacılar, maden mühendisleri, doktorlar, avukatlar, otel ve lokanta sahipleri dostluk bağlarım süregeldi…

Zonguldaklı olmayı benimsedim. Anadolu’nun İstanbul’a uzak kentleri, kasabaları arasında yolculuk yaparken yan koltukta oturanların “Hemşerim memleket neresi?” sorgulamalarının önünü bu uğurlu kent ile kestim:

-Zonguldaklıyım!

Ancak böyle deyince kesilebiliyordu “İstanbullusun ama esas nerelisin?” sorularının artı arkası…

Zonguldak’ı çok severim… İşçilik bu kentte “fiyakalı” bir meslektir. Emeğe saygı duyulur. Okuyup yazmanın aşağılanmadığı bir yerdir Zonguldak. Kitapçıları vardır, yazarları davet ederler, onlara söz verirler, kalabalık toplantılarda dinlerler, soru sorarlar…

Gazete okunur Zonguldak’ta… Mesela bir maden ocağının ofis bölümlerinde Türkiye’de yayınlanan bütün gazeteleri bulabilirsiniz. İşçilerin soyunma dolaplarında da öyle… Kömür tozlarına bulaşmış gazetelerin her sayfasında onlara göz izi bulursunuz.

Zonguldak hem özeldir, hem de güzel…