20 Haziran Dünya Mülteciler Günü’nün eşiğinde günümüzün en önemli can sorunlarından biri olan göç ve göçmenler sorununun beyaz perdedeki yansımalarına hep birlikte göz atmaya ne dersiniz?

İki arada bir derede

Tüm dünyada ve ülkemizde gündemin ön sıralarında yer alan bir sorun, mülteciler sorunu. Kaçınılmaz olarak tüm sanat alanlarında yansımalarını görüyoruz bu sorunun. Çağdaş sanatın hemen tüm alanlarında, edebiyatta, sinemada, sahne sanatlarında, hatta müzik dünyasında yansımalarını görüyoruz bu sorunun. Göçmen sorununa objektif biçimde yaklaşmaya çalışan sanatçıların yanı sıra, bu sorunu bizzat yaşayan, dolayısıyla içeriden bakan çalışmalar var bu alanda. Göçmen yazarlar, yönetmenler, müzisyenler ve ressamlar yaşadıkları acıları eserlerine yansıtıyor. Günümüzde sanatçıların en fazla ilgilendiği tema olduğu söylenebilir. Köşemizin sınırları hepsine birden göz atmaya yeterli olmayacağı için bugün mülteci sorununun beyaz perdedeki yansımalarına ilişkin örnekler vermekle yetineceğim.

Mülteci sorunu

Mülteci sorununu tüm boyutlarıyla ele alan bir uluslararası örgütten söz ederek başlamak istiyorum. UNHCR, yani Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (İngilizce adıyla United Nations High Commissioner for Refugees), sayıları her geçen gün artmaya devam eden mültecilerin yaşamsal sorunlarını gündeme getirip, bu sorunlara çözüm üretmeye çalışan bir kuruluş. Ülkemizde de temsilciliği bulunan bu uluslararası kuruluş,1950 yılından bu yana, farklı kıtalarda sayısız krize müdahale etmeye, ülkelerinde yaşamaları mümkün olmayan bireylere yardım etmeye çalışıyor. UNHCR verilerine göre dünyada bugün 110 milyon insan ülkelerinden göç etmek zorunda kalmış. Bu insanları kabul eden ülkelerin çoğunluğunun gelişmiş ülkeler olmadığını görüyoruz. Bizim gibi orta gelir düzeyine sahip ülkelerin en fazla mülteci barındıranlar olması bir çelişki gibi gözükse de, günümüzün bir gerçeği.    

Öncelikle, ‘mülteci’ kavramı ile ‘göçmen’ kavramı arasındaki farka değinmek istiyorum. Göçmenler, çeşitli nedenlerle kendi ülkeleri dışında yaşamaya karar veren insanlara verilen ad. Ekonomik sorunlar ya da kültürel tercihler rol oynayabiliyor bireylerin bu kararı almasında. Dış göçün yanı sıra, iç göçten de söz etmek olası. Köylerinde, kasabalarında yaşam olanakları sınırlı olduğu için  büyük kente göç edenler ya da ülkeler arasında değişim anlaşmaları sonucu yer değiştirenler de göçmen tanımı içine giriyor. Mülteciler ise kendi toprakları dışında yaşamak zorunda kalan insanlar. Bu nedenler, savaş, iç savaş ya da bireylerin inanç ve ifade özgürlüklerinin ellerinden alınması olabiliyor. Faşist ve ırkçı yönetimlerden kaçanlar özgürce yaşayabilecekleri topraklara sığınmak istiyor. Ve kaçınılmaz olarak, pek çok ülke, mültecilerin yaratabileceği sorunlar (özellikle ekonomik sorunlar) nedeniyle bu göçü engellemeye çalışıyor.

Yükselen ırkçılık 

Siyasal-toplumsal nedenlerle mültecilerin önüne çıkarılan engellerin yanı sıra, psikolojik etkenleri de göz ardı etmemek gerekiyor. Göç alan ülkelerin bireyleri, farklı kültürlerle bir arada yaşamak konusunda gönüllü olmayabiliyor; özellikle çok kültürlü bir geçmişe sahip olmayan ülkelerin bireyleri. Ama tepkilerin büyük kısmı ekonomik nedenlerden doğuyor. Ucuz emeğin ülkeye girmesiyle işlerini kaybetmek korkusunu yaşayan insanlar zenefobiye ve ırkçı ideolojilere teslim oluyor. Bugün dünyanın pek çok ülkesinde yaşanan sağcı dalganın kökünde bu gerçeğin yattığı biliniyor. Dolayısıyla, insanların tepkilerini göz ardı ederek, bu soruna çözüm bulmak mümkün görünmüyor.

Tabi çözüm ararken matematik verilerden yola çıkmak yeterli olmuyor. Göç kabul eden ya da mültecilere kapılarını kapatan ülkelerin bireylerinin bu konudaki duyarlılıklarının artması gerekiyor. Bunda da sanat alanlarından, özellikle geniş kitleleri etkileme gücü olan sinema sanatından güçlü bir destek gelebilir, geliyor da… ‘Dayanışma’ kavramı bizim toplumumuzun geleneğinde var, ama gene de -ekonomik sorunlar nedeniyle- bireyler egolarına teslim olabiliyor. Arjantin cuntasının zulmünden kaçıp Fransa’ya yerleşen Fernando Solanas’ın (Tangolar: Gardel’in Sürgünü, Güney), Yunan sinemasının usta yönetmeni Angelopoulos’un (Leyleğin Geciken Adımı, Ağlayan Çayır, Puslu Manzaralar), Costa Gavras’ın ekonomik nedenlerle başka ülkelere iltica edenlerin öyküsünü anlattığı “Cennet Batıda” ve Şili’de Pinochet darbesinin ardından yurt dışında yaşamak zorunda kalan Raul Ruiz’ın (Sürgün Diyalogları), Michael Haneke’nin (Bilinmeyen Kod), Lübnanlı Nadine Labaki’nin (Kefernahum), Belçikalı Dardenne kardeşlerin (Tori ve Lokita), Finli yönetmen Aki Kaurismaki’nin (Umudun Öteki Yüzü, Le Havre) İtalyan yönetmen Jonas Carpignano’nun (Akdeniz), filmlerinde ana temayı göçmenlerin yaşadığı sorunların oluşturması boşuna değil. 

İç göçü pek çok filminde konu alan sinemamızda dış göç üstüne de epeyce film yapıldı. Halit Refiğ (Bir Türke Gönül Verdim), Türkan Şoray (Dönüş), Orhan Elmas (El Kapısı), Şerif Gören (Almanya Acı Vatan, Polizei), Tunç Okan (Otobüs),Tuncel Kurtiz (Gül Hasan), yurt dışına çalışmaya giden işçilerimizin yaşadıkları sorunları anlattılar. Mülteci temasına doğrudan eğilen filmlerimizin sayısı ise pek az. Onur Saylak’ın Hakan Günday’ın romanından uyarladığı “Daha” ve  Andaç Haznedaroğlu’nun “Misafir”i ilk akla gelenler. 

Mülteciler ve Mübadele

Cuma günü başlayan ve önümüzdeki hafta çarşamba akşamına dek sürecek olan 3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’, programında mültecileri konu alan ‘İki Arada Bir Derede’ adlı 14 filmlik bir bölüm yer alıyor. UNHCR desteği ile gerçekleşen program çerçevesinde 19 Haziran Pazartesi saat 19’00’da sinemamızda dış göç temasını ele alan en önemli yapımlardan Korhan Yurtsever’in “Karakafa”sı da restore edilmiş kopyası ile gösterilecek. Film sonrası, Yurtsever’le birlikte, ‘Şifa’ adlı kısa filmin yönetmeni Okan Avcı ve UNHCR temsilcisi Selin Ünal’ın katılacağı bir de söyleşi gerçekleşecek. ‘Beyazperdede Mülteciler’ konulu bir de söyleşi gerçekleşecek. Ardından, Cemal Ünlü’nün ‘Şarkılarla Mübadelenin 100 Yılı’ adlı dinletili söyleşi var. Ünlü, gramofonu ve taş plaklarıyla İzmirlilere unutulmaz bir akşam yaşatacak. 

Mübadele kavramının İzmirliler için özel bir önemi var. Yüzyıllarca aynı topraklarda birlikte yaşadıkları Rumların doğdukları toprakları terk ederek Yunanistan’a gitmek zorunda kalması, karşılığında oradaki Türklerin ülkemize gelmesinin 100. yılında, göçleri konuşurken mübadeleye değinmemek olmazdı elbet. Programda Yunan sinemasının usta yönetmeni Costas Ferris’in “Rembetiko”sunun yanı sıra çok özel bir gösterim de yer alıyor. Gülsel Özkan’ın bir bölümünü İzmir’de, İzmir Sinema Ofisi desteği ile çektiği “Mübadelenin 100 Yılı - Sıla Hasreti” adlı belgeselin ‘work-in-progress’ (yani yapım süreci devam ederken alınmış bir kopyası) gösterilecek.

‘İki Arada Bir Derede’ bölümünün kaçırılmaması gereken filmleri arasında Dardenne Kardeşler’in “Tori ve Lokita”sı, “Suriyeli Kozmonot” ve “Kaçış” adlı ödüllü canlandırma filmleri ile Cannes’da Altın Palmiye kazanmış “Dheepan”, Berlin’de Altın Ayı kazanmış “Denizdeki Ateş”, bu yıl Berlin’de Gümüş Ayı ödülü alan “Disco Boy” ve Burhan Qurbani’nin “Berlin Alexanderplatz” filmlerini sayabilirim. Bol filmli günler dileği ile…