İktidarın saldırısı çok yönlüdür, giderek tırmandırılacağı da bellidir. Buna karşı kuşkulu, tedirgin itirazlarla yetinmek, amalı fakatlı cümlelere sığınmak, bir anlamda yasak savmak iktidarın arayıp da bulamadığı destek olur.

İktidarın seçim stratejisi ne söylüyor?
Fotoğraf: Milyonfest

Seçimler yaklaştıkça iktidarda ve yeminli yandaşlarında telaş gözle görülür hale geldi. Kültür etkinlikleri, festivaller yasaklanıyor, müziğe gece yasakları sürüyor, sanatçılar gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, yayın dünyasının ekonomik krizden kurtulmasının yolları tıkanıyor, gazeteler fiilen kapatılma tehdidi altında. Normal koşullarda yitirileceği belli olan iktidarı her ne pahasına olursa olsun korumayı amaçlayan çok yönlü, planlı bir saldırı yürürlüktedir. Bu saldırının odak noktasının her gün biraz daha sarsılan, daralan, küçülen çekirdek kadro ve yandaşlardaki erimeyi durdurmak olduğu anlaşılıyor. Bunun denenmiş yolu, yöntemi “İslami değerleri koruma” adı altında, çoğunluğu oluşturan laikliğe saygılı kesimleri sindirmek, geriletmek, seküler-çağdaş dünyanın inanç özgürlüğü ilkesini din baskısıyla sıfırlamaktır. İmamların, müftülerin, ithal ya da yerli “âlimlerin” göreve çağrıldığı, şeriatın çağdaş hukukun yerine geçmesi gerektiği açıkça savunuluyor artık. Nihayet geçerli mer’i hukukun da şeriatı korumak için kullanılması, işin sonuna gelindiği algısını egemen kılmak içindir. Bunun için aceleyle eğitilmiş “hukukçuların” uymak zorunda oldukları yasaları, örneğin tarikatları yasaklayan, laikliği koruyan yasa hükümlerine göre değil, dini dogmalar, zor olmaksızın uygulanma şansı olmayan şer’i hükümlere göre karar verdikleri görülüyor. De facto uygulama “kimi zaman yasalar değiştirilmeden de geçerliliklerini yitirirler, onlarda ısrar etmek anlamsızdır” gibi tuhaf gerekçelerle savunuluyor. Kısacası saldırı çok yönlüdür, giderek tırmandırılacağı da bellidir. Buna karşı kuşkulu, tedirgin itirazlarla yetinmek, amalı fakatlı cümlelere sığınmak, bir anlamda yasak savmak iktidarın arayıp da bulamadığı destek olur.

Tarihe bak ama öykünme

Aslında bu saldırı püskürtülebilir; ekonomide iflas etmiş, yönetemediği geniş halk kesimlerince kabul edilmiş, seçmen desteğini giderek daha fazla yitiren iktidarın bu atağı durdurulabilir. Bu da ancak var olan yasal zemin, laiklik ve seküler çağdaş yaşam militanca savunularak, gerileyerek değil tam tersine iktidarın her atağında karşı bir atakla yanıt vererek mümkün olabilir. Böyle bir atağa girişmenin tarihsel dayanaklarını görmek hâlâ eskimeyen sağlam kalan zemine aktif bir şekilde sahip çıkmak mümkündür. Bu saldırı ilk değildir; Türkiye’de eğitimde, kültürde iklimin değişmeye başlamasının, geriye doğru bir sıçrama yapma çabasının tarihi epeyce eskidir.

Kurtuluş ve kuruluş heyecanının kazanımları, temel kimi konularda önemli adımlar atılmasını sağladı ama ne yazık ki bu gelişme süreklilik gösteremedi. Osmanlı’dan kalan ve tümüyle yenilgiye uğratılamamış olan tarihsel gerilik ve onun toplumsal tezahürü gericilik kısa sürede politik olarak örgütlenmeyi başardı. Meclis'teki ikinci grupla varlığını sürdüren muhafazakâr akım, önce CHP içinde sonra DP içinde siyasal güç kazandı. Bugün yaşanan tablonun küçük çaplı bir benzerini daha doğrusu öncülünü o yıllarda yaşadık.

Bu olumsuz gelişmeye en fazla direnen geriye doğru akmaya başlayan bu ters rüzgâra direnen sanat kültür dünyası oldu. Varlığını korumakla kalmadı, çağdaş dünyanın önemli desteği ile ileri doğru gelişmenin de yolunu bulabildi. Gerilik ve gericiliğin gerçekte baş etmekte zorlanacağı alan da buydu zaten.

Şimdi siyasetçilerin “kültür dünyasına hâlâ hâkim değiliz” sözlerinin arkasında hem bu birikimin önlemez gelişmesinin, hem de politik İslam ideolojisinin yoksulluğunun gözle görülür ilkelliğinin payı vardır. Ama şimdi tehlike büyüdü. Eğitimde kültür dünyasında gelişmeye zorbalığın ve ideolojik saldırının set çektiği günlerdeyiz. O tarafın yetkin geliştirici bir kültür alanı yaratması imkânsız olabilir ama genel olarak kültür dünyasına konulan engellerin sonucu genel bir yoksulluk olacaktır. Bu türden bir yoksullaşma ülkeyi ilerlemenin dışına atar.

Tersten tevhid-i tedrisat

Şimdi yeni ve görece farklı bir döneme girdik. Geriliğin ve gericiliğin ikinci saldırısı bu kez nereyi hedef alacağını biliyor. Bu kez en önemli kazanımlardan birisi olan tevhid-i tedrisatın fiilen ortadan kaldırılmış olması ilk hedefti. Neredeyse tüm okullar imam hatip okullarına dönüştürülmüş, tersten bir tevhidi tedrisat egemen kılınmıştır. Din eğitimi zorunlu hale getirilmiş, buna ek olarak sokakta, evde, tüm toplumsal alanlarda mahalle baskısı denilen zorbalık daha cüretkâr bir şekilde ortaya çıkmaya başlamıştır.

Benzer bir uygulama yükseköğrenimde de uygulanıyor. Akademide yığınsal bir temizlik hareketine girişmişler, kendilerinden yana olmayan, üniversite öğrenimin ne demek olduğunu bilen akademisyenler tasfiye edilmiştir. Boğaziçi’ndeki son uygulamalarla bir adım daha atıyor; yandaşlarına üniversitede kariyer kapılarını ardına kadar açacak uygulamaları yürürlüğe koyuyorlar. Sonuç çok sayıda üniversite ama derin bir cehalet, yoğun bir bilgisizlik ve tüm öğrenim alanında büyük bir gerileme olacaktır. Örnek vermeye gerek var mı bilmem; yalnızca son haftalarda Prof. lakaplı kişilerin, tarikat liderlerinin, politikacıların söylediklerini hatırlamak yeterli olacaktır.

Kavram sahtekârlıkları

Bilim dünyası da kültür dünyası da kavramlar üzerinde gelişir. Bu nedenle saldırının da kavramlara yönelmesi kaçınılmazdır. Gericiliğin kültürel ideolojik çapsızlığı, sosyalistlerle bu alanda kapışmayı göze alamayacağı ve beceremeyeceği, bunun için gerekli birikimden tarihsel olarak yoksun bulunduğu, en yakın ideolojik kaynağın İmam Gazali’de kaldığı bilinen bir gerçektir. Bu nedenle onların da bu açığı kapatacak geçici bir yol arkadaşına gereksinimleri vardı. Batı’dan aktarma yeni “ideolojilerin”, yıkılmış solun sözde açığını kapatacak gerçekte inceli kalınlı antikomünist kavramların piyasayı pıtrak gibi sarması iktidar partisinin açtığı sahte “demokrasi” kapısından girmesi uzun sürmedi.

Örnek olsun diye uydurulmuş, gerçekliği olmayan son zamanlarda yeniden parlatılmış bir kavram üzerinde duralım. Dünya Bankası ile IMF tarafından türetilmiş “yönetişim” kavramı her türden karşıtlığı gizlemekte, işçiyi patronun dostu, köylüyü ağanın hayranı, memuru müdürün aşığı yapmaktadır. Bütün çelişkiler bu kavram aracılığı ile ortadan silinivermektedir. Öyle sihirli bir kavramdır ki bu yönetişim, işçi patronu yönetmekte, patron işçiyi yönlendirmekte, memur neşe içinde dolara endekslenmiş maaş bordrolarını işçilere selamlar vererek CEO’ların masasına koymakta, sekreterler dans ederek rujlarını tazelemekte, kısacası artık adı tümüyle değişmiş olan iş dünyasının elemanları eşitlik içinde yönetişmektedirler. Tabii bu yönetişimin ilk grev dalgasında yer ile yeksan olacağını unutmazsanız. O zaman yönetişim bitecek, yerine grev lokavt ve siyasetin grevi yasaklama kararları, işçilerin meşru direnişleri geçecektir. Ve gerçek hayat da zaten budur.

***

Başta söylediklerimize dönerek tamamlayalım. İktidarı yitirme tehlikesine karşı atağa geçmiş iktidarın ideolojik bir başarı kazanması mümkün değildir. Bu alanda ne kadar çabalasalar da bir başarıya imza atmaları mümkün görünmüyor. Gayretleri kör inançlarına çarpıp buharlaşıyor çünkü.

O zaman rahat olabilir, huzur içinde işimize gücümüze bakabilir miyiz? Hayır, bu büyük bir aymazlık olur. İktidar değişse bile, eğitim alanını tümüyle ele geçirmiş olan hurafe eğer hızla eğitim, bilim, kültür alanından uzaklaştırılamazsa birkaç kuşağın gerilikle, gericilikle büyümesine yol açacak, gerilemenin önüne geçilemeyecek, daha sonra yeniden çağdaş, laik, demokratik Cumhuriyet kurulabilse bile yitirilen boşa harcanmış zamanın kapatılması kolay olmayacaktır.