Tarık Zafer Tunaya’nın bir kitabının adı buydu. HDP milletvekillerinin tutuklandığını duyduğumda, nasıl/neden bağ kurduysam, birden aklıma geldi. Ciddi ciddi derimizin yüzüleceği zamanlara girdik gibi düşündüğümdendir belki.

Eserleri kadar çapkınlığıyla da ünlü olan büyük yazar Balzac’ın, kitaplarından birini, sevdiği bir kadının elbisesinden bir parçayla ciltlettiğini söylerler. Edebiyat tarihinde bile yer bulabildiğine göre, o güne değin pek sık rastlanmayan incelikli bir tavrın sahibi olarak kabul edilmiş demek ki büyük Balzac.

Sıradan bir giysiye Balzac’ın yüklediği anlam, sevilen kadına ilişkin duygulardan bağımsız değil elbette. Sayfa sayfa açılıp okunan bir kitapta, sevdiği kadının tenine değilse bile bir zamanlar içinde olduğunu düşündüğü giysisine sürekli dokunarak, hayal gücünü somut bir nesneyle birleştirip sevgilisini anımsamak yaman bir zekanın ürünü. Böyle inceliklerim olsun isterdim. Bir kriz anında kestiği kulağını sevdiği kadına götürdüğü söylenen Van Gogh’un hediye seçimindeki bu vahşi zevkle karşılaştırınca, Balzac farkı ortaya çıkıyor. Resim gibi ince bir sanatla uğraşanların bu tür vahşete yatkın olmalarını anlamakta zorluk çekmekte haklıyım. Ortaçağ İtalyası’nda, bir sanatçının, bir cesedin derisinden dikilmiş ceket giydiğini, ancak papazların uyarısıyla üzerinden çıkarttığını söyler ortaçağ tarihçisi Huizinga.

Balzac türü bir incelikten eser yok artık günümüzde. Çamurlu bir yoldan geçerken, aşık olduğu kadının ayaklarına ceketini sermek bir yaşam gerçeği değil, beyaz perde gerçeğidir sadece. Bir ara televizyonlarda sık sık çalınan türkülerimizden birinin aklımdan hiç çıkmayacak sözleriydi şu “ Saçlarını yol getir” dizesi. Erkeğin, muhtemelen aşık olduğu kadının geri getirilmesi için yardım isterken bile şiddete vurgu yapışına iyi bir örnektir bu türkü. Sadece bir türkü değil, bir yaşam gerçeğidir aynı zamanda.

İnsanlığın bugünü neyse dünü de aynıydı. Çok kesin bir ifade kullandım biliyorum ama böyle düşünüyorum maalesef. İnsanlık lehine katedilen olumlu mesafeleri atlıyor değilsem de bazı durumlarda insanlığın her dönem aynı olduğuna inanıyorum. Canlısının da cansızının da başına olmadık işler gelebiliyor insanın. Canlısı, içinde hep büyüttüğü bir vahşetle yaşarken, ölüp gitmiş olanı, öldükten sonra da insan kaynaklı vahşetle başbaşa kalabiliyor. Bizans tekfuru Nikiforus’un kafatasını kadeh yaparak şarap içen adı batasıca bir imparator vardır diye hatırlarım.

İngiltere’nin Leeds kentinde ana caddede 300 yıllık olduğu sanılan bir kitap buldular. Polis, kitabın, bulunduğu yerden çalındıktan sonra ya düşürüldüğünü ya da atıldığını düşünmüştü. Kitabın özelliği insanın kanını donduran türdendi. Çünkü insan derisinden bir cildi vardı. Balzac’ın elini zaman zaman sürerek sevdiği kadını düşlemesine yol açan giysi kaplı kitabıyla, insan derisinden yapılmış bu kitabı bir arada düşünemiyor insan. İnceliğin de vahşetin de aynı canlı türünde, yani insanda bulunması doğanın yanlışıymış gibi geliyor bana. Bu tavrın hangisinin doğru olduğunu, anlama, değerlendirme gücümüzle, aklı sürekli kontrol altında tutması gereken vicdanımızla anlamamız isteniyor bizden. Aklımın da mantığımın da almadığı böyle bir ürkütücü olguyu vicdanımın kabul etmesi elbette beklenemez. Ama bu tür sorgulamayı hiç yapmamışların çokluğuna örnek isteniyorsa, şöyle bir XVIII. yüzyıl Fransasına uzanmak, orada insan derisiyle kitap ciltleme uygulamasının ne kadar çok yapıldığına bakmak gerekiyor. Cesetlerden alınan deriyle anatomi kitaplarını ciltlemenin bir de adı vardır hatta. Antropodermik ciltleme deniyor bu uğursuz işe. Nazilerin de Yahudi kurbanlarından bazılarının derilerini yüzüp kitap ciltledikleri söylenir.

İnsanoğlunun vahşetinde sınır yok gerçekten. Kendi kanıyla Kuran yazdırdığını biliyoruz Saddam Hüseyin’in. Moğol İmparatoru Timuçin’in (Cengiz Han), Camoka’yla kan kardeş oluşları, birbirlerinin parmaklarından akan kanı bir kadehe koyup yudum yudum içmeleriyle gerçekleşti. Kanın içilemeyecek bir madde olduğunu anlaması insanlığın kaç yılını aldı acaba?

İnsanlık şu güzelim dünyayı kocaman bir mezbahaya çevirmekte bir hayli ısrarlı. Ortaçağda, insan derisiyle kitap ciltleyenlerin güç sahipleri olduğu söylenir. George W. Bush’un kitaplarını insan derisiyle ciltletmek gibi bir huyu yoktu belki ama Irak’a götürdüğü demokrasinin (!) katlettiği Iraklıların derisinden milyonlarca kitap ciltlenebilirdi. İnsanlık, doğadan türettiği kağıdı kendi “derisiyle” kirletmiş, ağaçları kendi kanıyla sulamış bir insanlıktır. Bush işte bu insanlığın çocuğuydu.

Bushlardan geri kalmayın siz de. Yüzün derilerini HDP’lilerin. Üstünüze ceket mi yaparsınız, kitaplarınızı mı ciltlersiniz, karar sizin.

Siz bilirsiniz.