İsviçre’de Blick gazetesi “Erdoğan’a oy vermeyin” başlığını attı. İsviçre’ye de haddi bildirilecek mi acaba? Yoksa bankalardaki paralar hatrına susulacak mı?

Irkçılar kazanırsa bunda AKP’nin de payı olacak

Hem KKTC’nin ilk Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın, hem de Bulgaristan’da kurulu Türk partisinin liderinin Türkiye’de yaşayan kendi vatandaşlarına konuşma yapmalarına yasak koyan Türkiye’nin, şimdi Almanya ile Hollanda’nın Türkiyeli politikacılara bu ülkelerdeki Türklere yönelik propaganda konuşmalarını yasakladı diye köpürmesi çifte standartta bir zirve demek. AKP iktidarı gerçekten de “amaca giden yol için” her şeyi, hiçbir etik kaygısı gütmeden hem de yapabileceğini gösterdi bir kez daha. “Batılı güçlerin” istemediği bir iktidar oldukları mesajını vermek için bundan daha iyi bir gerekçe kullanamazlardı.

Hollandalı yöneticilerin ülkelerinde 15 Mart’ta (yani yarın) yapılacak seçimlerde aşırı sağcı Özgürlük Partisi’nin kazanma ihtimalinin yüksekliği karşısında sağcıları iyice kışkırtacak girişimlere izin vermemesinin Türkiye’ye karşı düşmanlık gibi gösterilmesi AKP’nin referandumda evet oylarını çoğaltmaya yönelik manipülasyon girişimi. Bu iki kere iki dört kadar kesin bir durum.

‘Gelmeyin’ demediler
Bu toz duman içinde Hollanda’nın, Türk parlamenterlerinin Türkiye’yi temsilen Hollanda’ya gelmelerinde bir sakınca olmadığını açıklaması kaynadı gitti. Hollanda asıl sakıncanın Hollanda vatandaşı olan Türklere propaganda konuşması yapma amacıyla gelinmesi olduğunu vurguladı. Bunun yabancı düşmanı ırkçı Özgürlük Partisi’ne seçim arifesinde güçlü bir koz vereceğini ısrarla belirtti, ama bu duyulmadı bile. Duymak AKP’li yöneticilerin işine gelmedi çünkü.

Oysa Hollanda, tarihinin en sıkıntılı seçimlerinden birini gerçekleştirecek. Özgürlük Partisi ile partinin son derece sevimsiz ırkçı, faşist lideri Geert Wilders’in seçimin favorisi olması, Hollanda solunu da ırkçılığa oldukça mesafeli muhafazakarlarını da derin endişelere sevk etti. Şaka değil 15 Mart akşamı Hollanda ırkçı bir hükümetle yönetilmeye adım atmış olabilir. O zaman Hollanda’da yaşayan AKP’li Türkler için yaşam ne hale gelir görürüz. Tabii seçimleri kazansa bile Wilders’in başbakanlık yapması kolay olmayacak çünkü ülkedeki partiler asla onunla çalışmayacakları konusuna karar aldılar. Ama yine de göçmenler açısından çok olumsuz gelişmelerin yaşanacağı bir gerçek.

Göçmen düşmanı
Kendisi de aslında göçmen bir ailenin çocuğu olan Geert Wilders serserisi bugüne kadar hiçbir Avrupalı ırkçı liderin yapamadığı derecede yabancı düşmanlığını kendisine malzeme yapmayı başardı. Özellikle Türklere ilişkin söylediği “onlar Hollandalı değil, Türkiyeli, tutumları bugüne kadar bunu kanıtladı” diyerek yıllarca propaganda yaptı. AKP hükümetinin Türkiye’de yapılacak bir referandum için Hollanda’da “evet” temalı bir propaganda konusunda gösterdiği anlamsız ısrar Wilders’in “buradaki Türkler Hollandalı değil” iddiasına güç kazandıran bir tutum oldu.

Wilders, hayranlık duyduğunu her fırsatta söylediği Donald Trump bile daha radikal biri. Sağ Liberal Parti’den ayrılarak 2006’a Özgürlükler Partisi’ni kurdu. 2010’da üç büyük koalisyon ortağından biri haline geldi. Ülkesinin nüfusunun yüzde 6’sını oluşturan Müslümanların Hollanda’nın Hıristiyan değerlerini zedelediğini söyleyen, bu nedenle Hollanda’daki tüm camileri kapatacağını vaad eden bir ırkçı. Ancak tüm söylemlerini ırkçılıktan çok kültüre dayatmak gibi bir kurnazlığı da var.

“Müslümanlardan değil İslam’dan nefret ediyorum” demesi buna örnektir. Öyle ki Kuran’ı Hitler’in Kavgam kitabı ile bir tutuyor, Kavgam gibi Kuran’ın da yasaklanmasını savunuyor. Camileri “Nazi Tapınağı” olarak adlandırıyor. Ülkesindeki güvenliğin 24 saat kamera ile sağlandığını, buna da Müslümanların neden olduğunu söylüyor. “Her şeyimizi elimizden aldılar, Noelimiz’i bile” diyor.
Bu söylemler kapitalizmin krizini göçmenlerin yarattığını sanmaya eğilimli sıradan Hollandalıyı etkiliyor haliyle. Hollanda’nın sömürgeci bir geçmişi olduğu, emperyalist blokta ciddi bir ağırlığının bulunduğu tartışılmaz.

Oy deposu Türkler
Yurtdışındaki işçileri Türkiye’de oy kullanma hakkı verilinceye kadar sadece mali bir kaynak olarak gören, onları ülkedeki akrabalarını etkileme aracı olarak kullanan Türk hükümetleri ile oy kullanma hakkı verildikten sonraki AKP hükümetleri nasıl bir politika izlediler peki? Diaspora ile çalışabilme kültürü yoktu bu hükümetlerden hiç birinin. Diasporayı dış politikada bir lobi gibi kullanmayı düşünmediler. Diasporayı, bulundukları ülkenin sermayesine karşı güçlendirecek destekte bulunmadılar.

Bulunmaları da beklenemezdi çünkü Türk sağ iktidarlarının Hollanda sağcılarından bir farkı yok.

Özellikle AKP iktidarının yurtdışında yaşayan Türkiyeli işçiler için çalışmadan anladığı onlara “değer ihracı” yapmak. Kurduğu kültür kurumlarıyla (Yunus Emre Kültür Merkezleri bunlardan biri, çok sayıda ülkede faaliyet gösteriyor) dini kuruluşlarla (DİTİB – Diyanet İşleri Türk İslam Birliği) Türklere yönelik genellikle propaganda faaliyetlerinde bulunuyor. Bir dereceye kadar anlaşılabilir olan bu faaliyetler Türkiyeli işçilerin bulundukları topluma uyum sağlamalarını önleyen nedenlerden biri. Buralarda yapılacak faaliyetlerin ait olunan kültürün unutulmamasına olduğu kadar başka kültürlerle bağ kurulmasına da katkısı olmalı.
Oysa olan bu değil. Yurtdışındaki işçiler Türkiye’nin sağcı iktidarlarınca hep arka bahçenin unsurları olarak değerlendirildi. Yurtdışında bu potansiyeli kullanma konusunda sağcı/dinci hükümetlerin birbirleriyle mücadeleleri de dillere destanır. O kadar büyük bir pazardır ki bu yurtdışı Türkleri paylaşma kavgası hız kesmemiş hiçbir dönemde.

Milli Görüş-AKP Örneğin Erbakan çizgisindeki Milli Görüş’e alternatif olarak AKP tarafından Avrupalı Türk Demokratlar Birliği (UETD) kurulmuştur. Hollanda dahil bir çok Avrupa ülkesinde faaliyet gösteriyor. Hollanda’da Veyis Güngör’ün başkanlığını yaptığı bir Türkevi var, bu kuruluş kendisini Hollanda UETD olarak tanıtıyor. Güngör hakkında milyonlarca liralık yolsuzluk iddiaları ortaya atılmıştı.

UETD üzerinden yurtdışına aktarılan paraların nasıl kullanıldığı konusu da hep tartışmalı oldu. Bir devlet kuruluşu olan Yurtdışı Türkler Başkanlığı da (YTB) lobi faaliyetleri için kurulan bir birim ama yöneticilerinin hemen hemen tamamına yakını Milli Görüş çizgisinde. Yurtdışı Türkler sağcı/dinci iktidarlar için büyük öneme sahip. Vatanseverlik sınırlarını da aşıp birer parti militanı olarak yetiştiriyorlar yurtdışındaki gençleri.

Türkiye’nin yurtdışındaki Türkler arasındaki faaliyetlerinin gittikçe bir ihbar faaliyetine dönüştüğü de artık sır değil. Almanya’da DİTİB elemanlarının muhalif Türkleri Türk resmi makamlarına ihbar ettiği ortaya çıkmış, Almanya bu gerekçeyle Türk din görevlilerini sınır dışı etmişti.

Bu arada TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı AK Parti İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu”nun, Hollanda’da gerçekleşecek olan parlamento seçimleri öncesi bu ülkedeki göçmenlere ‘oy kullanma’ çağrısı yapması da aslında Türkiye’nin yurtdışındaki Türklerle yaklaşımının hangi çerçevede olduğunu göstermesi açısından önemli. Yeneroğlu, “Hollanda’da yaşayan azınlıkların seçimlere katılması vatandaşlık hakkının daha da ötesinde bir anlama sahip” demekle aslında yapılması gerekenin ne olduğunu ifade etmiş oldu. Ama gerçekte iktidarların müdahalesi bundan çok çok daha farklı.
Hollanda’da 2012 yılından beri iki sağ parti iktidarda. De Volkspartij voor Vrijheid en Democratie- (Özgürlük ve Demokrasi İçin Halk Partisi) (VVD) ve Partij van de Arbeid- (İşçi Partisi) (PvDA). Adlarındaki “işçi”, “özgürlük” gibi sözcükler yanıltmasın bunlar düpedüz sermaye partileri, popülist politikalarla her seferinde başarılı olabiliyorlar ama iktidarları döneminde ülkedeki gelir adaletsizliği, dolayısıyla yoksulluğu önemli ölçüde arttı. Öyle ki emeklilik maaşını düşürdüler ekonomik önlem alacağız diye. Öğrencilere verilen karşılıksız bursları kaldırdılar örneğin.

Sol partiler genel olarak yerel seçimlerde başarılı oluyorlar. Aynı başarıyı genel seçimlerde gösterebildikleri söylenemez. Irkçılığa karşı ciddi bir çalışma yapmalarına rağmen, halkta son yıllarda baş gösteren mülteci düşmanlığını giderecek bir argüman geliştiremediler.

Hollanda hükümetinin, seçimlere az bir zaman kala, ırkçıları güçlü kılacak herhangi bir göçmen etkinliğine izin vermemesinde anlaşılmayacak bir taraf yok. AKP’nin, “seçimlerden sonra gelin” demesine rağmen bunu kendisine yasak konulmasına yol açacak bir soruna dönüştürmesi referandum sonuçlarından duyduğu kaygıyla ilgisi var.

Avrupa’nın, batının, “onların çıkarlarına zarar verdiği” için AKP’yi istemediği propagandası için son derece elverişli bir durum yarattılar. Batı ile batı sermayesi ile uğursuz ilişkileriş olmasına rağmen kendisini batı karşıtı gösterme kurnazlığını göstermiş oldular.

İsviçre’de Blick gazetesi ülkede yaşayan Türklere Erdoğan’a oy vermeyin çağrısı yaptı manşet haberiyle. Bakalım İsviçre’ye de meydan okuyabilecekler mi AKP kodamanları? İsviçre bankalarındaki paralar buna engel mi değil mi göreceğiz.

Hollanda’da Wilders işte bu nedenle olan bitenden memnun. Geçen gün Türkiye Büyükelçiliği’nin önünde elinde tuttuğu Türkçe yazılmış “Memleketimden uzak dur” pankartı sıradan Hollandalının da hissiyatına tercüman oldu. Çünkü ülkesindeki bir göçmen topluluğunun bir başka ülkenin iç politika malzemesi yapıldığına ilk kez bu kadar net tanık oldu Hollandalı.

Seçimlerde Wilders’in zaferle çıkmasında AKP ile Erdoğan’ın büyük katkıları olacak. Wilders ilk kez bir “yabancıya” teşekkür edecekse bu Erdoğan’dan başkası olmayacak.