Gittiğim İsveççe kursuna, her gün, öğrencilerin okuması için 25 tane Aftonbladet gazetesi getiriliyor. Sabah ki birinci dersten sonra ilk işim, bir alt kata inip gazetelerin bırakıldığı masadan...

Gittiğim İsveççe kursuna, her gün, öğrencilerin okuması için 25 tane Aftonbladet gazetesi getiriliyor. Sabah ki birinci dersten sonra ilk işim, bir alt kata inip gazetelerin bırakıldığı masadan, bu İsveç gazetesini almak oluyor. Aşağı kadar inmişken sınıf arkadaşlarıma da üç dört tane gazete götürüyorum. Bu paslaşmanın en güzel sebebi, birbirimizin eksikleri. Günün ilk kahvesiyle bir masanın etrafında toplanıp bu İsveç gazetesinin sayfalarını hep birlikte çeviriyoruz. Masada benim aldığım ya da diğerlerinin getirdiği başka gazeteler de sıklıkla bulunuyor. Ama en büyük ilgi, kursun verdiği gazeteye oluyor. Aynı anda sayfalar çevriliyor, bir gazetenin başına, bazen iki kişi birden oturuyor.  Sürekli birbirimize “Bu kelime ne demekti, şu kelime ne demekti?” diye sorup duruyoruz. Aramızda çok azimli göçmenler var, onlar hepimizin bilemediği bir kelime olursa açıp sözlüğü de bakıyor ve herkese anlatıyor. Bu anlatımın içine, çok miktarda pandomim, biraz da İngilizce giriyor. Şekilden şekle giren anlatıcının tek amacı, herkesin ama herkesin kelimeyi doğru anlamasını sağlamak oluyor. Gazetede bomba bir haber olduğunda aynı anda “Oj, oj, oj!” sesleri yükseliyor. Bu “Aman, aman, aman!” gibi bir şey. Ünlemle biten üçlü tekrarın arkasından, mutlaka arkadaşlardan biri “Evrim, dinle”  diyip haberi yüksek sesle okumaya başlıyor.


İki hafta önce, hafta başında yine aynı şey oldu. Aftonbladet’te 17 Ağustos’ta yayımlanan bir haber, benim için, İsveççe sınıfında yankılandı. Haber öyle iddialarla doluydu ki gün bile kaybetmeden dünya basınında da yankı buldu. Türk basın ve yayın organlarının da duyurduğu yazıda İsrail ordusunun çatışmalarda ölen Filistinli gençlerin cesetlerini, organlarını aldıktan sonra ailelerine geri teslim ettiği iddia edildi. Donald Boström’un kaleme aldığı yazıda yine onun çektiği çok çarpıcı fotoğraflar da kullanıldı. Boğazından, karnına kadar kesilmiş, sonra da dikilmiş bir ceset resminin altına, 19 yaşındaki Bilal’in İsrail askerleri tarafından vurularak öldürüldüğü ve cesedin teslim edildiğinde birçok organının alınmış olduğu resim altı yazısı olarak düşülmüştü.


Aftonbladet’teki bu haber, İsveç ile İsrail arasında diplomatik bir krize neden oldu. İsrail,  “Asılsız” diye yalanladığı haberi yayımlayan gazetenin, İsveç Dışişleri tarafından kınanmasını istedi.  Olay, bu hafta içinde İsveç Gazetesi Aftonbladet’e, Amerika’da açılan 7,5 milyon dolarlık bir davayla yeni bir boyuta ulaştı. Amerika’da yaşayan Yahudi kökenli Avukat Guy Ophir, bu gazetenin New York’ta da dağıtıldığını gerekçe gösterdi ve gazeteyi Yahudilere ve İsrail askerlerine “Irkçı iftiralar atarak, Yahudi düşmanlığı yapmak” ile suçladı.


Uluslararası basında yer alan bu habere karşı diğer İsveç gazetelerinin tutumu beklediğimden farklı oldu. Yayımlanan yazının ya da fotoğrafların tekrarına hiç girilmedi. İsrail ve İsveç arasındaki gerginlik kısmen es geçildi. Son olarak da “Aftonblaget’te tartışılan haber, o kadar da yeni bir durum değilmiş” haberi yapıldı. Yazıyı kaleme alan Donald Boström’ün, 2001’de çıkan ‘Inshallah’ adlı kitabında da aynı iddiaları ortaya sürdüğü söylendi. Gazeteci Boström’ün bu kitabının bir bölümü İsveç Dışişleri Bakanlığından gelen parayla basıldığı yazıldı. Haberin başlığı da “Vergi paralarımız, İsrail kitabına” oldu.


Bu kitap, öldürülen İsveç Dışişleri Bakanı, Sosyal Demokrat Anna Lindh döneminde finanse edilmiş. Kadın bakan Anna Lindh, kitabın basımından iki yıl sonra, İsveç vatandaşı da olan 24 yaşındaki bir Sırp tarafından başkent Stockholm’ün göbeğinde çok lüks bir alışveriş merkezinin içinde bıçaklanarak öldürülmüştü. Cinayetten iki hafta sonra yakalanan katil Mijailoviç’in ifadelerine dayanarak cinayetin siyasi olmadığı açıklanmıştı. İsveç Dışişleri Bakanlığı o dönem de yapılan ödemeyle ilgili olarak, “Desteğin alt yapısının ne olduğunu bilemiyoruz” diye bir açıklama yaptı. Şu an görevde olan bakan, İsrail’in tüm baskısına rağmen yazıların yalanlanmasını “Aftonbladet’in sorumluğu ben de değil” diyerek reddetti. İsveççe kursunda, hep birlikte yaptığımız, iki haftalık haber takibimizin sonunda sınıfımızın yıldız öğrencisi Afganistanlı Tamana “Anna Lind’in iç organlarına da baksınlar” diyiverdi. Bu ilişkilendirme bizim kahve masasında daha ne kadar konuşulur bilemem. Sonuçta teşbihte hata olmaz, hatalıysa teşbih olmaz.