Sizi içinde bulunduğumuz 2023 Ağustos’undan dokuz sene geriye götüreceğim, 1 Ağustos 2014 İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlüğe girdiği tarihe..

Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın 1 Ağustos 2014’te yayınlamış olduğu basın açıklamasından* bir bölüm ile hafıza tazeleyelim:

‘Türkiye ile birlikte, hali hazırda 13 ülkenin taraf, 25 ülkenin imzacı olduğu Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi) 1 Ağustos 2014 tarihi itibari ile yürürlüğe girdi.

Türkiye’de kadına yönelik erkek şiddetine karşı kadın hareketinin mücadelesi ile yasalar düzeyinde pek çok olumlu değişiklik yapıldı önemli bir yol kat edildi.

Erkek şiddeti, münferit, aile içi mesele, eşler arasındaki özel sorun olarak nitelenir ve gerek resmî kurumlar gerekse de kişiler şiddete karşı sessiz kalırken, bugün kadın mücadelesi ile kadına karşı şiddet, erkek egemenliğinin özel dinamikleri ile birlikte tanımlanıyor. Şiddete karşı mücadele ise, bugün hükümetin programının kâğıt üstünde de kalsa bir parçası haline gelirken, bu yönde yasal araçlar oluşturuluyor.

Türkiye’de,  medeni kanun ve ceza kanunu gibi temel kanunlarda cinsiyet temelli ayrımcılık içeren düzenlemelerin kaldırılması, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Hakkında Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne taraf olunması, erkek şiddetine karşı tedbir kararı alınmasını düzenleyen 4320 sayılı yasa, 2012 yılında yürürlüğe giren 6284 Sayılı Yasa ve son olarak bugün yürürlüğe giren ve Türkiye’nin çekincesiz olarak imzalayarak, taraf olduğu İstanbul Sözleşmesi kadın mücadelesinin hukuki alanda en önemli kazanımlarıdır.’

Dokuz sene önce bu açıklamayı kaleme alırken bizleri bekleyen o süreç için ne kadar heyecanlı, umutlu olduğumuz hafızamda. Avukatlar olarak Eylül 2014’te başlayan adli döneme; dilekçelerimizde, Sözleşme’nin maddelerine yer vermekle, metni dilekçelerimizin eklerine iliştirmek ile, yargıç ve savcılara Sözleşme’yi anlatmakla başlamıştık.

Yedi sene boyunca da usanmadan mücadelemizi çeşitlendirerek, usanmadan ve asla pes etmeden sürdürdük.

Ve takvimdeki o karanlık gün ile mücadelemiz daha da büyüdü. 20 Mart 2021’de gece yarısı Cumhurbaşkanlığı kararıyla, meclisin yani bizim irademiz yok sayılarak, hukuka aykırı olarak ve meclis iradesi yok sayılarak, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden imzasını çektiğini öğrendik. Ertesi günün sabahında ülke çapında tek adamın kararını protesto etmek için sokaklardaydık.  Karar ‘yok hükmündedir’ dedik. Sözleşmeden çıkma tarihi olan 1 Temmuz 2021’e kadar talebimizden bir adım geri düşmeden sokakları bırakmadık, var gücümüzle kararın yok hükmünde olduğunu her mecrada yüksek sesle söyledik. Daha sonra sözümüzü yargıya taşıdık. Danıştay’a 200’u aşkın dava açtık. 10. Daire Başkanının ‘Danıştay tarihinde böyle kalabalık duruşmalar görmedi’ dediği o tarihi günlerde yaşamlarımızdan, haklarımızdan, dayanışmamızdan ve örgütlü mücadelemizden asla vazgeçmiyoruz diyerek salonu doldurduk.

İlk duruşmalar ertesi, ikinci etap duruşmalardan evvel davalı Cumhurbaşkanı’nın Danıştay’ı ziyareti ile de, davalının sözlerimizi ne kadar iyi duyduğunu anlamış olduk. Üstelik ziyaret ile de kalınmadı, tam da o günlerde Danıştay’da yargıç ve savcı atamaları yapıldı, çoğunluğu Sözleşme aleyhine olan temyiz makamı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’ndaki üyelerin yerlerinin değişmemesi için girişimlerde bulunuldu. Ve bittabi sonuç verdi. Önce Danıştay 10. Dairesi ikiye karşı üç oyla, İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın çekilmesi için tek adamın verdiği kararın iptali talepli davalarımızı ret etti, devamında 2 Ocak 2023’te temyiz makamı olan Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 10. Daire’nin kararını hukuka uygun buldu.

Böylelikle bilgisiz ama bool fikirli olan sözleşme karşıtları derin bir oh çekmiş oldu.

Peki ertesinde ne oldu? Elde ettikleri zaferin aslında bir Pirus zaferi olduğunu, yani bunun esasen büyük bir yenilgiyle eşdeğer olduğunu anladılar mı?

Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden1 imzasını çekmeseydi, binlerce kadın, çocuk, LGBT+ aramızda olacaktı. Yani yaşayacaklardı. Sözleşme karşıtları yaşam hakkının en temel insan hakkı olduğunu, bu hak karşısında diğer tüm hakların ikincil haklar konumunda olduğunun farkındalar mı?

Huda - Par’lı, YRP’li 28. dönem parlementoya bakınca anlıyoruz ki, ne anlayan ne farkında olan var! Kısa süre önce verdiği beyanattan anlaşılıyor ki, AKP’nin Aile Bakanı sayın Özdemir de öyle…

AKP hükümeti, İstanbul Sözleşmesi’ne imzayı atarken, bunun bir dayatma olduğuna dair bırakın herhangi bir beyanatta bulunmayı, ilk imzacısı olmakla iftihar etmişti. Çünkü Nahide Opuz kararının yarattığı kötü imajı silmek istiyordu. Türkiye’yi sürece götüren esas olay, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin 2002 tarihinde verdiği Nahide Opuz kararıydı. Opuz davasında İHAM, Türkiye’yi yaşam hakkını koruyamadığı için mahkûm etti. Mahkeme, Türk hükümetinin, "aile içi şiddet özel yaşamdır, karışamayız" tezini de geri çevirdi. Yani “insan yaşamını korumak söz konusu olunca özel yaşama karışılır” mesajı verdi. Bu, İHAM’in bu alanda verdiği ilk mahkûmiyet kararıydı. Bu karar Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde kabul ettiği yükümlülükleri yerine getirmediğine, dolayısıyla Avrupa Konseyi ve Birleşmiş Milletler nazarında oldukça olumsuz bir tabloya işaret etti. Bu tablo, Türkiye’yi 2012’de yürürlüğe girecek 6284 sayılı aile içi şiddeti önlemeye yönelik yasanın hazırlıklarına itti.

Bu hafıza tazelemeyi yapmak istedim zira 6284 s.y. aleyhine beyanat veren 2023 model Aile Bakanı’nın bu gelişmelerden haberi var mı, yoksa milletvekili olarak görev aldığı Belçika’dan ülkemizdeki bu mühim süreci takip edemedi mi? merak etmekteyim.

Tek cümle ile özetlemeye çalışayım: Erkek şiddeti ile mücadelede en mühim yol haritası olan uluslararası bir sözleşmeden tarikatların talebi üzerine Türkiye’nin imzasını çeken AKP bloku kadınların kazanılmış tüm haklarına yönelik topyekûn bir savaş başlattı.

Beher gün kız çocuklarının kaç yaşından itibaren “cinsel münasebete uygun” olacağını vaaz ederek cinsel istismar faillerini cesaretlendiren, suça teşvik edenlerin vaazlarından, kadın bedenini buzlayan şeriatçı neşriyatların sayfalarından geçilmiyor bu ülkede.  “Kadın mezalimi altındaki erkeklerin” hikâyelerinin kılıfı da her daim hazır, İstanbul Sözleşmesi yüzünden ailesi parçalanmış gariban erkekler! Ve onlar ile aynı zihniyette olan bürokratlar yani büyük bir zafer elde ettiklerini sananlar, ülkeyi içine düşürdükleri hezimetten memnunlar mı?

Sayın Özdemir’e bu köşeden sık sık sorular soracağım, sesleneceğim. Ne tuhaf ki, bir masa etrafında yapamadığımız için elde kalan tek yöntem bu. Zira Aile Bakanlığı çok uzun süredir kadın örgütlerinin, hak savunucularının fikrine başvurmuyor, raporlarımızı, ikazlarımızı, öngörülerimizi, ezcümle sözlerimizi dikkate almıyor. Biz hayatlarımıza sahip çıkarken, AKP hükûmeti siyasi rüzgâra göre yön değiştirerek yol alıyor. Sonuç ise ortada! Sözleşmeden çekildikten sonra erkek şiddeti palazlandı, adeta katillerin sırtı sıvazlandı. Şüpheli kadın ölümleri arttı. Erkek şiddetine maruz kalan kadınlar, çocuklar, LGBTI+lar artık daha da güvencesiz.

‘Biz’ diliyle yazdığım için sayın bakan için ‘bizi’ biraz açmak isterim. Bizler; 21 senelik AKP iktidarında haklarımıza, hayatlarımıza sahip çıktığımız için hedef gösterilen, soruşturma geçiren, yargılanan, işten atılan, sosyal medyada tehditler alan, kadın mıdır kız mıdır belli değil, sürtük gibi hakaretlere maruz kalan, hamileyken sokakta olmasına karışılanlarız, Güldünya Tören’iz, altı yaşında evlilik adı altında cinsel istismara maruz bırakılan HKG’yiz, tecavüz edildikten sonra bedeni yakılan, parçalanan Hande Kader, Münevver Karabulut’uz, intihar etti denilerek bir plazanın 20. katından atılan Şule Çet’iz ama her ne pahasına olursa olsun direnenleriz, boyun eğmeyenleriz. Bir de, sayın bakanın AKP’nin kadınlara ilişkin söylem ve politikalarını iyi özetleyen ‘kadınlarımız’ ifadesinden hoşlanmayız. Bizler kimsenin kadınları değiliz. Bu vesileyle tanışalım istedim. 

Sayın bakanın yetiştiği kültürden dolayı verdiğim bu örneklere inanması belki güç ama hepimiz biliyoruz ki yazdıklarım buzdağının görünen kısmı.

Bir soru ile yazımı bitireyim, sayın Özdemir’in milletvekili olarak görev yaptığı Belçika’da Temmuz 2016’dan beri yürürlükte olan İstanbul Sözleşmesi’nden Aile Bakanı olarak görev aldığı Türkiye’nin imzasını çekmiş olması kendisini rahatsız etmiyor mu? 

Sahi İstanbul Sözleşmesi’nin Nesinden Korktunuz?

Hafif bir pazar günü dilerim.

1- https://morcati.org.tr/basin-aciklamalari/265-istanbul-sozlesmesi-bugun-yururluge-girdi-2/