Kim yaptı? Neden yaptı? Şimdi bir yandan bu sorulara yanıt aranırken bir yandan da günün hemen her saatinde insan selinin aktığı İstiklal’deki katliama lanet yağdırıyoruz. Dilinizin en ağır lanetleme sözcüğü bile yetersiz kalır bu alçak saldırı için.

Benzer bir olayın tam içinde, 10-20 metre yakınındaydım Gar katliamı olduğunda. 1989’da, Afganistan’dayken Kabil’in en kalabalık caddesine bir roket düşüp meydanı kan gölüne çevirmeden en fazla 5 dakika önce geçmiştim oradan.

Bir bombanın onlarca insanı hayattan koparıp, yüzlercesini yaralayarak yarattığı kan göllerinin hemen kıyısında, içinde bulundum. O anlarda ne hissettiysem, İstiklal’de, benden kilometrelere uzakta yaratılan kan gölü karşısında da aynı şeyi hissettim. Öyle bir his ki, tiksinti ve öfke karışımı, hiçbir dilde tam olarak anlatacak sözcük yok.

***

İçişleri Bakanı Soylu bombayı patlatanın yakalandığını, emir aldıkları ve geldikleri yerin belli olduğunu söyledi. “Suriye operasyonu şart, derhal” diyen analistler oldu. Vicdan sahibi ya da “insan” olarak tanımlanabilecek herkes, olayı “halka karşı bir saldırı”, “halk düşmanlarının işi” olarak lanetlerken, kimileri ülkenin girdiği seçim sürecine ve 7 Haziran-1 Kasım 2015 arasındaki katliamlara işaret ettiler.

İstiklal’de insanlar öldürüldü! Ana-kız, baba-kız ölümün birkaç saniye sonra onları orada bulup parçalayacağından habersiz insanlar… Ölümden kaçamadılar!

Ölümden kaçmak mümkün değil belki, ama öldürmekten kaçmak… O kesinlikle mümkün! Ve bunu bildiğiniz için İstiklal’e insan öldürmeye koşan alçaklığı tanımlayacak sözcük bulamıyorsunuz.

***

Sasha, 20’lerin ortasında bir Rus delikanlı. İstiklal’deki patlamadan birkaç saat önce, Avrupa Gazeteciler Birliği toplantılarında tanıdığım ABD’li gazeteci Llewellyn King’in e-postama ilettiği son yazısını okurken tanıştım onunla.

Kulağında küpeleri, parmaklarında yüzükleri, vücudunda dövmeleriyle 70’lerden çıkıp gelmiş bir hippiye benziyordu. Antalya’da kayalıklardan saldığı oltasına takılan balığı alıp tekrar suya atınca, bir sohbet başlatmak için “Akşam yemeğini attın” diye takıldım.

Ben barış insanıyım” dedi. “Öldürmeye karşıyım. Askere alınacaktık ve Ukraynalı kardeşlerimi öldürmeye zorlanacaktım. Bunu yapmamak için 6 arkadaş iki hafta önce Saint-Petersburg’dan çıkıp buraya geldik.

***

Sasha’yı izlerken Llewellyn’in cep telefonumdan okuduğum “Savaş Gazileri Barışı Yalnızlık İçinde Acı Çekerek Yaşıyor” yazısı İstiklal’de insanların öldürüldüğü günün tarihini taşıyordu.

Orduda ölmeye ve öldürmeye bu kadar yakın yaşarken aralarında güçlü bir bağ kurulan askerlerin, eve döndüklerinde travmalarıyla baş etmekte nasıl zorluklarını, bu eski askerler arasındaki intihar oranlarının çok yüksek olduğunu anlatıyordu.

Afganistan ya da Irak’tan döndükten sonra intihar eden oğlu Ryan’ın yasını tutan Vietnam gazisi Frank Larkin, savaş alanında yaptıklarının sivil hayatta anlatılamayacak şeyler olduğunu ve aldıkları en ağır yaraların bile yaşadıkları “ahlaki hasar” karşısında hafif kaldığını söylemiş. Vietnam’da ölenlerden daha fazla askerin döndükten sonra intihar ettiğini aktarmış.

Dayanılmaz “ahlaki hasar” bu olmalı!

***

Ölümden kaçılamayan ama öldürmekten kaçılabilen, savaştayken yapılanların bile anlatılamayıp “ahlaki hasar” nedeniyle sonradan ölümü seçen insanların olduğu bir dünyada, İstiklal’e öldürmeye koşanlar… Siz hangi dünyadansınız?

Kimsiniz siz, nesiniz?

Not: Evlatlarını kaybeden Attila (Aşut) Abi ve Özen Abla’nın yaşadıkları bu en büyük acıyı bir kez de buradan paylaşıyorum, ne kadar paylaşılabilirse…