Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Gerçi herhangi yakın bir tanışıklığım olmadı Duygu Asena'yla, ama onun işlevinin ve misyonunun en yakın tanıklarından biri olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. Tanığım çünkü....

Gerçi herhangi yakın bir tanışıklığım olmadı Duygu Asena'yla, ama onun işlevinin ve misyonunun en yakın tanıklarından biri olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. Tanığım çünkü asıl mesleğim kitapçılık ve yıllarca Duygu'nun kitaplarının Türkiye'nin değişim çizgisinde oynamış olduğu o rolün canlı tezgahtarlarındanım.

Onun o dönemde sol çevrelerde "hafif" olarak nitelendirilen ve küçümsenen kitaplarını -özellikle de 'Kadının Adı Yok'u- istisnasız tüm kadın müşterilerimize önerirken bu kitapların okurların nezdinde ne gibi değişimlere yol açtığını, aynı müşterilerimizi daha sonra kitabevimizde gördüğümüzde çok yakından görebiliyorduk. Duygu'nun kitaplarının bir özelliği vardı... Onun kitaplarını okuyanlar değişiyorlar ve bir biçimde kendilerini yeniden adlandırıyorlardı.

Diğer bir deyişle 'Kadının Adı Yok'u okuyan bir kadının kitabı okuduktan sonra artık muhakkak bir adı vardı. Ve adı da artık gerçekten "Kadın"di. Gelin bir kez daha anımsayalım 12 Eylül sonrası o günleri. Askeri çizmenin ağır baskısından kurtulmanın siyasal-gayrı siyasal ürkek yollarının denendiği günleri...

Halk Parti'nin Genel Başkanlığı'ndan ve siyasetten istifa eden eski gazeteci Bülent Ecevit'in yeniden gazeteci kimliğiyle Arayış dergisinde bir miktar yandan çaktırmalı yazılar kaleme alarak dolaylı bir üslupla askeri diktatörlüğe karşı elinden gelen mücadeleyi yaptığı günleri...

Mizahçılarımızın Gırgır ve benzeri mizah dergileriyle yaşanan antidemokratik ortama karşı komik ama bir o kadar da ciddi bir mücadele başlattıkları o günleri... Ve Duygu Asena adlı bir kadının aslında ilk görüntüsüyle tamamen popüler ve maga-zinel kalabilecek bir alanı temel alarak kadının özgürlüğü üzerinden aslında gerçek bir sol mücadele sergilediği günleri.

Duygu'nun "hafif" kitaplarının aslında ne kadar ağır "silahlar" olduğunun farkına daha sonra varıldı. Onun öncülüğü ve moda oluşu sayesindedir ki Türkiye'nin basın ve medya dünyası içinde Duygu'dan sonra çoğalan ve herbiri-ne baktığımızda artık "Kadının Adı Var" diyebileceğimiz, kendi rayına oturmuş ve giderek hızlanan bir kadın hareketi oluştu.

İddiam o ki, geçenlerde kaybettiğimiz sevgili Oğuz Aral, Türkiye mizahı açısından 12 Eylül sürecinde ne denli 'baba' bir rol oynadıysa, Duygu Asena da Türkiye'deki özgür kadın hareketi açısından aynı derecede 'ana' bir rol oynadı. Duygu'nun yaptığını aslında bir tür kadınları baştan çıkarma hareketi olarak da görenler olmadı değil. Doğrusu hiç de fena bir baştan çıkarma hareketi değildi. Sonuçta kime karşıydı bu baştan çıkarma? Ezen erkeğe karşı. Kadınını bir mal gibi kullanan ve kendisini onun sahibi sanan erkeklere karşı.

Sonuçta askeri darbelerin yaşandığı günler de bu zorba erkekler topluluğunun en erkeksi günleri değildi de neydi! Bakın size Duygu'nun oynamış olduğu misyona ilişkin daha da ileri, daha da iddialı bir açılım getireyim.

Bugün Türkiye'deki İslami hareket içinde kadının bağımsız duruşuyla ilgili bir kıpırtı gözlenebiliyorsa eğer, bunda dahi Duygu'nun kitaplarının ve dergiciliğinin büyük bir rolü olduğunu söyleyebilirim. Kitabevinde hangi kitapları hangi kesimlerin alıp okuduğunun yakın tanığıyım. 0 dönemlerde kitabevinin raflarında ayırdığımız kadın köşesine en fazla ilgi gösterenler arasında itimad ediniz ki başı kapalı olanlar hiç de az değildi.

Başı bağlı ya da açık gelen ve kitap önermemizi isteyen her kadına, o kitapların hiçbirini okumamış biri olarak Duygu'nun kitaplarını önerirken ne kadar doğru bir iş yaptığımızı geldiğimiz şu günler çok iyi gösteriyor.

Şimdi tüm çevremiz ve alanlarımız Duygu gibi düşünen ve onun gibi kendi varlığına sahip çıkan kadınlarla dolu.

Şimdi artık o kadınların herbirinin kendine ait bir bireyselliği ve adı var. Özgür, kendine güvenen, kimliğine sahip çıkan ve Duygu dolu... Türkiye'nin ilerici ve devrimci tarihine önemli bir imza atmış olan Duygu Asena'yla belki yakın bir tanışıklığım yok ama Onu herkesten çok tanıyorum.

Ve şimdi yine ancak çok sıkıştıkça yaptığım bir geleneğimle başbaşayım. Kilisemdeyim. İsa Mesih'imin ona acil şifalar getirmesi için dua ediyorum.

(Bu yazı 20 Eylül 2004 tarihinde Birgün gazetesinde yayımlanmıştır.)