Google Play Store
App Store

Geçen haftaki yazıda, burjuvaziye eğitimin kamusal bir hizmet olduğunu kabullendiren 19. Yüzyıl komünistleri oldu demiş, bunu da başka bir yazının konusu yapmak istediğimi belirtmiştim. Uzatmadan konuya girelim.

Öncelikle eğitimin devlet gözetiminde yapılmasıyla hatta zorunlu olmasıyla kamusallığın aynı şey olduğunu düşünmemek gerekir. Kamusal eğitim, kamusal alanın etkin bileşeni yapma konusunda bireyi güçlendiren eğitimidir.

Eğitimin devlet denetimine alınması, Amerikan ve Fransız devrimleriyle başlar. Bu iki devrim, egemenliğini kırmak, rolünü sınırlamak ve doğal olarak kendi memurunu yetiştirmek için yurttaşların eğitimini kiliseden devralır fakat bu herkes için zorunlu, eşit ve erişilebilir hak anlamına gelmez. İlk ulus devletler yerel yönetimlerin, vakıf ve şahısların okul açabilmesinin ve evde eğitimin önünü açar, hepsi o kadar.

19. Yüzyıl, sanayi devrimi sonrası ortaya çıkan devletlerin rolünün belirlenmesi mücadelesiyle geçti. Devletin hangi sınıf ve zümrelerin ihtiyaçlarına ne ölçüde yanıt vereceğini bu mücadele belirledi. Devrime öncülük eden burjuva sınıfı birtakım özgürlüklerden söz ediyordu ama bu burjuva özgürlüğünün sınırlarını genişletirken yoksulları ücretli köleliğe razı edecek bir özgürlüktür. Mülkiyet edinme, yargı muafiyeti, çalışma süresini ve ücretleri belirleme ve en önemlisi de seçme seçilme hakkı sadece zengin ayrıcalığı idi. Mesela okuma-yazma bilmiyorsanız seçilme ve seçme, devlet organlarında görev alma hakkınız yoktu. Evet, aydınlanma düşünürlerinin eğitimin, bilimin, bilginin önemi ve yaygınlaşması konusunda ciddi çabaları oldu fakat eğitimin diğer hakların kullanımını da gerektiren ve devlet tarafından üstlenilmesi gereken temel bir hak olduğunu ilk dile getirenler Condorcet, Rondorset, Mirabeau özellikle Talleyran gibi Fransa devriminin önde gelenleri idi. (Sadece Fransa'da değil, Avrupa'da ortaya çıkan ulus-devletlerin ilham aldığı Rousseau bile aile eğitimini savunuyordu.)

Gerçek anlamda kamusal eğitimin çerçevesini çizen ve politik ifadeye dönüştüren Marx ve Engels oldu. Komünist Manifesto’da evde eğitimi savunan burjuvalar şiddetle eleştirilir ve henüz 1848'de, komünist devrimin atacağı ilk 10 adımdan birinin (10.md.) "Bütün çocuklar için devlet okullarında parasız eğitim." olduğunu ilan ederler.

Marx, 1866'da Cenevre'de toplanan İşçi Birliği toplantısına sunduğu bildiride de "Erkek ve kız çocuklarını ayırmaksızın, eğitimin 3 yaş grubuna (9-13, 13-15, 15-17) ayrılması gerektiğini" savunur. Aynı bildiride eğitimin 9 yaşından önce başlaması gerektiğini de belirtir. Gotha Programının Eleştirisi'nde de İşçi Partisinin programındaki "Zorunlu, eşit ve parasız temel eğitim (ilkokul)" maddesini, köylüleri ve yukarı sınıfları (soyluları) kapsamadığı için eleştirir.

Zorunlu eğitimi anayasa maddesi yapan ilk ülke Almanya’dır

Eğitimin sınıf, cinsiyet, inanç ayrımı gözetmeden devletin işlevlerinden biri olması gerektiği fikri komünist aydınlara aittir. Zorunlu eğitimi anayasa maddesi yapan ilk ülke ise Almanya’dır. Almanya, eğitimin, kiliseden bağımsız olarak devlete ait eğitim kurumlarında zorunlu ve ücretsiz olarak verileceğini 1849’da anayasasına ekler. Fakat yasadaki zorunluluk, eğitim alma zorunluluğu idi; yasa, devletin eğitim kurumları açmasını zorunlu kılmıyor, vatandaşların okul açmasını ve evde eğitim hakkını kullanmasını güvenceye bağırıyordu. Devlete gözetmen rolü veren yasa ve uygulamalar, yurttaşın eğitimini üstlenmekten ziyade kilisenin etki ve yetki alanlarını daraltmaya yönelikti.

Eğitimin zorunlu, ücretsiz ve eşit yararlanılan hak olduğu ilk ülke SSCB’dir

Eğitim, devlet yükümlülüğünde zorunlu, ücretsiz ve eşit yararlanılan haklardan biri olarak ilk kez 1939 SSCB anayasasında yer aldı. Sovyetler Birliği anayasası, devleti okul açma, öğretmen ve materyal sağlama konusunda yükümlü kılmakla kalmıyor meslek edindirmeyi de garanti ediyordu. O zamana kadar ilkokula kadar (eyaletten eyalete değişen) zorunlu ve parasız eğitim uygulayan ABD, süresi uzatılmış zorunlu eğitimi anayasasına 1944'de ekledi.

BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (1948); Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi, Çocuk Hakları Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (1953), Avrupa Sosyal Şartı (1961) ve sonraki tüm sözleşme ve kararlarda; ulusal ve yerel yasalarda eğitim sosyalistlerin savunduğu biçimde yer alır.


Kamusal haklar, halk ve topluluklarla ilgilidir.

Kamusal haklar, eşitlik ve adalet kavramları ile birlikte anlam kazanır. Kamusallık imtiyaz ve ayrıcalıkların reddidir. Eğitim ise kamusallığın sınırını genişletme ve onları koruma bilinci kazandırma işidir. Devlet tarafından verilen parasız eğitim, eğitim hakkının kullanıldığı anlamına gelmez. Eğitim, hakları koruma bilinci kazandırdığı, ayrıcalık ve imtiyaz arayışındaki topluluklara karşı sigorta işlevi gördüğü sürece kamusaldır.

Eğitim kamusal hakların merkezindedir

Eğitim, ortak hakların savunulması ve kolektif bilincin geliştirilmesini sağlamak durumundadır. Bu nedenle eğitim kamusal olmanın ötesinde diğer hakların kullanımı konusunda anahtar bir işlev görür. Bu öneminden ötürü kamusal ve kişisel haklarınızı veya haklarımızı sınırlandırmak isteyenler önce eğitim hakkını kullanılmaz hale getirmek ister. Bu 19. Yüzyılın başına dönmek demektir.

Topluluktan ayrılan kamusal haklardan feragat etmiş olur

Eğitimin kamusal hak olmaktan çıkarılmasında kullanılan ve ne yazık ki kabulünde zorlanılmayan argüman piyasa becerilerinin üstünlüğü ve zorunluluğu algısıdır. Eğitimi sosyal beceri kazandırma rolünden arındırıp sadece iş becerisi kazandırma işi olarak düşünmeye başladığınızda piyasada kullanılacak becerilere odaklanırsanız.

Piyasa becerileri piyasa içindeki rekabet için gereklidir. Eğer siz rekabet etmek için eğitilmiş iseniz, eğitim kurumunuzdan sizi hazırlamasını beklersiniz. O andan itibaren akranlarınızdan, arkadaşınızdan, bulunduğunuz topluluktan ayrılmanız kaçınılmazdır. Bu da sizi kaçınılmaz olarak kamunun bir bileşeni olmaktan uzaklaştırır.

Kamusal haklar kazanıldığı gibi korunur

Kamusal hak topluluk hakkı ise onu koruma, güvence altına alma, geliştirme ve saldırılar karşısında savunma da topluluğa düşen bir görevdir. Kamusal haklar, öznel (bireysel) haklar gibi anne, baba, arkadaş, sevgili, eş gibi sınırlı bir güce karşı bireysel çabalarla (mücadele) elde edilebilecek haklardan değildir. Kamu haklarının kullanımını engelleyen topu, tüfeği, askeri, istihbaratı, yalanı dolanı, medyası, yasası, parası olan organize bir güçtür. Topluluk, böyle organize güçler karşısında haklarını ancak örgütlenerek savunabilir. Bu da komünistliktir.