“Bütün bu olumsuz koşullarla yüzleştikten sonra, insan kaçınılmaz olarak şu soruyla karşılaşıyor: Ülkende gazeteciliğin geleceği konusunda ne kadar iyimsersin? Bunu bütün samimiyetimle yanıtlayacağım. Konuşmalarımda karamsar olmayı sürdüreceğim, ama iş eyleme gelince iyimser olacağım.” Yunan meslektaşım Papassarantopoulos bunları söyleyeli neredeyse 40 yıl oldu.

Sanki bir dipsizlik hali varmış gibi, medya her iki ülkede de düşüşünü sürdürdü ve bugün o günlerden çok daha berbat bir durumda.

Medyanın bu hali aslında dünyanın halinin yansıması. Ergin Yıldızoğlu, dün Cumhuriyet’te “Uygarlık canavarlaşıyor” demiş ve bir “kötü sonsuz” içinde üreyen yeni canavarları sıralamıştı: Trump, Mondi, Netanyahu-Gvir-Smotrich, Milei, Wilders, vd…

Yaşar Aydın da, BirGün’ün manşetiyle örtüşen “Sende vicdan var mı?” yazısında, dünyanın halini 80 yaşındaki bir insanın çalıştığı evin çatısında can verdiği Türkiye’nin haline taşımıştı.

Aklın yolu bir ya; her iki yazının sonu da aynı kapıya çıkıyordu: Ancak sol/sosyalistler bu canavarlar çağına son verip, bir başka dünya inancıyla (ütopya) insanları ayağa kaldırabilir!

İşte, solu ve sosyalistleri “eylemde iyimser” olmaya çağıran da dünyanın ve memleketin karamsar saptamaları kaçınılmaz kılan hali.

İster seçimleri öncelikli hedef yapmış isterse de pek önemsemeyen sol hareketlerden biri olun, insanların siyasete ve sizin söyleyeceklerinize gözlerini ve kulaklarını en fazla seçim zamanlarında açtıkları gerçeğine sırtınızı dönemezsiniz. Böylesi bir fırsatı değerlendirmeyecek kadar gerçeklerden kopuk olamazsınız.

Yıldızoğlu’nun sıraladığı canavarlar, her şeyi siyah ve beyaz olarak iki renge boyayıp tüm sorunlara kestirmeden çözümler üreten sağ popülizmin bataklığında seçimler kazanarak geldiler. Kitlelere, yaşadıkları derin ekonomik krizlerin, işsizlik ve yoksulluklarının, geleneksel değerlerinin yok olmasının sebebinin göçmenler, LGBTİ+ bireyler olduğunu anlatarak. Birkaç cümleden fazlasının söylenemediği sosyal medya platformlarında iki cümlelik aforizmanlarla özellikle geleceksiz bırakılmış gençleri peşlerine takarak. Ütopyasız bırakıldıklarından, “bir şeyler için” değil ama “bir şeylere karşı” daha kolay harekete geçen kitlelere dayanarak.

Geçen yazımda o yüzden kitleleri bir başka dünyanın mümkün olduğuna inandırmakta zorlandığımızı vurgulayıp “Zor ve tam da bu zorluk nedeniyle ‘eylemde iyimser’ olmak zorundayız” demiştim. Papassarantopoulos’un girişte aktardığım sözlerini anımsayarak.

O yazının sonunda da söylediğim gibi, solun ve sosyalistlerin yerel seçimlere bu anlayışla yaklaşması yalnızca kendi halkımıza karşı değil “uygarlığın canavarlaştığı” dünya halklarına karşı da sorumluluğumuz.

Seçim süreci boyunca, “canavarları” ancak solun alt edebileceğinin bilinciyle sol/sosyalist kimlikten ödün vermeyeceğiz. Yerelde insanların canını en fazla yakan sorunlara ve onların çözümüne odaklanacağız. Çözüm önerilerimizi söylemekle yetinmeyip yaparak göstereceğiz. Her eve girip her yurttaşa dokunacak ama “gezi zekâlı gençler”le sosyal medyayı da en yaratıcı biçimde kullanıp, oranın sağ popülizmin öttüğü bir çöplük olmasına izin vermeyeceğiz. Kendimiz olarak kalacak, ama “canavarlar”a karşı olan herkesle birlikte yürümeye özen göstereceğiz. Seçimlere nimet paylaşımı için değil, külfet paylaşımı için girdiğinden kuşku duyulmayacak adaylarımız olacak. Sürekli konuşmayacak, daha çok dinleyeceğiz.

Bir yerlerden başlayarak, küçük küçük de olsa kazanacağız. Ve mutlaka başaracağız. Hiçbir şey başarı kadar ikna edici değildir. Canavarları başarılar geriletecek!