59. Antalya Altın Portakal Film Festivali Ulusal Yarışma’da Emin Alper’in “Kurak Günler”i ve Özcan Alper’in “Karanlık Gece”sinin yanı sıra, Selcen Ergun ve Belmin Söylemez’in filmleri öne çıkıyor.

Karanlık ve kurak bir ülkeden
Kar ve Ayı (Fotoğraflar: IMDb)

Adana Altın Koza dönüşü yazdığım yazıda, izlediğimiz filmlerin toplumsal sorunlara değinmemesinden yakınmış, “Hangi ülkede yaşıyor bu gençler” demiştim. Antalya’da bu eksikliğin giderildiğini söylemeliyim. Çoğunluğu pandemi döneminde çekilmiş filmlerin seyirciyle buluşması için seyircinin sinemalara döneceği günler beklenmiş anlaşılan. Antalya’da ön jüri tarafından seçilen on film içinde ülkemizin acı gerçeklerine değinen filmler nicelik açısından olmasa da nitelik açısından seçkinin ağırlığını oluşturuyordu.

Bu satırları cumartesi sabahı yazıyorum, Jüri kararını çoktan vermiş olmalı ama sonuçları ancak akşamki ödül töreninde öğreneceğiz. Sizlerse bu satırları okurken jürinin değerlendirmesini öğrenmiş olacaksınız. Büyük bir sürprizle karşılaşmazsak, ödüllerin beş ya da altı film içinde dağılacağını, ana ödüllerin üç film arasında paylaştırılacağını düşünüyorum. Şimdilik, genç eleştirmen arkadaşların görüşlerini biliyorum, çünkü twitter’da yayımladıkları yıldız tablosuyla tercihlerini ortaya koydular. Bu tabloya göre Emin Alper’in “Kurak Günler”i açık ara birinci. Dolayısıyla SİYAD (Sinema Yazarları) ödülünün bu filme gitmesi sürpriz olmayacak.

AVCILAR VE AVLANANLAR

Benim de en fazla beğendiğim iki filmden biri “Kurak Günler”, diğeri ise Özcan Alper’in “Karanlık Gece”si. İki film arasında ortak noktalar epeyce fazla. İkisi de, günümüzün karanlık atmosferine göndermeleri olan, hatta ortak metaforları olan filmler. İkisi de, deneyimli yönetmenlerin imzasını taşıyan, tüm ögeleri ile diğer filmlerin arasından sıyrılan yapımlar. Mutlaka sinemada izlemenizi önereceğim bu filmlere ilişkin ‘spoiler’ vermemeye çalışarak görüşlerimi açıklayayım.

Emin Alper’in “Kurak Günler”i ülkemizin içinden geçtiği dönemi sert bir dille eleştiriyor. Bir av sahnesi ile başlayan film, bir taşra kasabasının çıkarları etrafında birleşen tutucu olduğu kadar saldırgan bireylerinin, kasabaya gelen dürüst bir savcıyı yok etme mücadelesini anlatıyor. Hikâye bir seçim ortamında geçiyor. Kasabanın belediye başkanının avukat oğlunun içinde olduğu çıkar çevreleri, savcının jeotermal kuyularına ilişkin açılan soruşturmadaki tavrından rahatsız oluyor ve kasabada cinsel kimliği üzerinde spekülasyonlar yapılan muhalif muhabir (gazetesinin adının Yanıklar’ın Sesi olması Sivas’a bir gönderme olsa gerek) ile kurduğu dostluk üzerinden dedikodular yayarak kasabalının ilkel güdülerini harekete geçiriyor…

Karanlık GeceKaranlık Gece



Özcan Alper’in “Karanlık Gece”si de bir taşra hikâyesi. Toroslarda, bir küçük kasabaya gelen orman mühendisinin doğayı korumak adına verdiği mücadele de benzer biçimde kasabanın tutucu güçlerinin düşmanlığıyla karşılaşıyor. Bir ‘namus meselesi’ vesile yapılıp, genç adam toplu bir linçe kurban ediliyor. Olayın elebaşları linçe katılan, hatta tanık olanları suskun kalmaları için tehdit edince duyarlı bir genç olan kahramanımız kasabayı terk ediyor. Yedi yıl sonra, annesinin hastalığı üzerine kasabaya döndüğünde, bu suskunluğun verdiği vicdan azabı ile arkadaşının cesedini aramaya koyuluyor…

İki filmde de obrukların olması (Tayfun Pirselimoğlu’nun “Kerr”inde olduğu gibi) taşradaki çıkar ilişkilerinin yol açtığı travmayı vurgularken, farklı cinsel kimliği nedeniyle dışlanan bireylere yer vermesi, ülkedeki baskıların yoğunlaştığı iki alana dikkat çekilmesi açısından önemli. Ama, “Kurak Günler”deki vurgunun biraz abartılı olduğunu düşünüyorum. Savcının cinsel kimliği tartışma konusu olmasaydı bu çatışma gene olacaktı. İki gerekçenin eşit ağırlıkta ortaya konulmamasını yeğlerdim. Her ne kadar yönetmen pek çok sahnede izleyicinin düş gücüne başvursa, gerçekle hayal arasındaki kararı izleyiciye bıraksa da, dürüst ve hukuku savunan bir savcının linç edilmesi için ille de cinsel kimliğine ilişkin tartışmanın vurgulanması gerekiyor muydu kuşkuluyum. Bunu ‘homofobik’ bir değerlendirme olarak görmemenizi dilerim. Taşradaki karabasanı anlatırken (‘Burası Yanıklar, burdan çıkış yok!, Yanıklar size mezar olacak!), iki temanın üst üste bindirilmesini ‘too much’ ve günümüzde giderek yaygınlaşan LBGTİ karşıtlığına karşı bir mesaj olarak görüyorum… Hikâyesini seçim ortamında anlatması ve finalde umudu muştulaması Emin Alper’in ‘tribünlere’ seslenmesi gibi geldi bana. Senaryoya ilişkin bu ‘rezerv’im bir yana, filmin pek çok ögesinin (Yönetmenlik, kurgu, görüntü yönetimi, müzik) ödülü hak edecek ustalıkta olduğunu düşünüyorum. Başrolde Selahattin Paşalı, yardımcı rollerde Erdem Şenocak, Ekin Koç ve Erol Babaoğlu da çok iyiler.

Kurak GünlerKurak Günler



Özcan Alper de yönetmen, senaryo yazarı olarak ustalığını konuşturmuş. “Sonbahar”la tanıyıp, sevdiğimiz yönetmen bu filmde ilk filminin başarısını yineliyor. Görüntü yönetimi ve müzik bu filmde de çok iyi. “Karanlık Gece”nin senaryosu, “Kurak Günler”e göre daha tutarlı geldi bana. Karakterlerin dünyasını anlatmaktaki başarısı kadar, geçmişle bugünü iç içe anlatan kurgusu da hiç aksamıyor. Suçu başkalarına atmak yerine, bu karabasan karşısında suskun kalan bireyi eleştirmesi daha doğru geldi bana. İnsanın kötülüğünü ve bu kötülüğe zemin yaratan toplumsal ortamı büyük bir duyarlık ve ayrıntı zenginliği ile anlatan “Karanlık Gece” bana göre yılın ‘En İyi’si. Başrolü üstlenen Berkay Ateş ve yardımcı rollerde Pınar Deniz ile Cem Yiğit Üzümoğlu ödül listesinde görebileceğimiz oyuncular.

DOĞAYA SAYGI

Bu yılın en güzel sürprizlerinden biri, genç kadın yönetmen Selcen Ergun’un ilk filmi “Kar ve Ayı” oldu. Tema, gene taşranın karanlığı ve sözünü ettiğim diğer filmlere de yansıyan insanın doğaya verdiği zarar. Ergun’un filmini eleştirmen arkadaşlar dördüncü sıraya koymuş. Bana göre çok daha iyisini hak ediyor. Görüntü yönetimi ve müzik bu filmde de çok başarılı. Kentten taşraya gelen bir hemşirenin sorumluluk duygusunu ve vicdan muhasebesini minimalist ve incelikli bir yorumla aktaran Merve Dizdar ödülü hak ediyor. Festivalin, seçkide tek ilk film olduğu için ‘En İyi İlk Film’ ödülünü kaldırmasına karşın, Jürinin bu filme duyarsız kalmayacağını düşünüyorum.

Doğa, Antalya’nın ana temalarından biriydi. “Sivas”ta bir kangalın öyküsünü anlatan Kaan Müjdeci bu kez başrolünde bir Iguana’nın olduğu çok katmanlı bir filmle izleyici karşısına çıkıyor. Teknolojik gelişmelerin iyice körelttiği insan ilişkilerini masaya yatıran Müjdeci’nin hedefinde aile kurumu var. İnsan doğasındaki kötülüklerin dışa vurulduğu “Iguana Tokyo” adlı bir dijital oyun tasarlamış ve karakterlerini bu oyunun içine yerleştirmiş yönetmen. Sanal dünya ile gerçek dünyanın iç içe geçtiği filmde İguana insanın kötülüklerinin antitezi, sakin ve gözlemci bir hayvan. Filmdeki anne tarafından öldürülen “İguana acaba tanrıyı mı temsil ediyor” diye düşündüm filmin sonunda. Tanrının öldüğü, insanlığın tüm değerlerini yitirdiği bir dünya tasavvur etmiş Müjdeci. Meral Efe Yurtseven ve Yunus Emre Yurtseven’in En İyi Sanat Yönetmeni olarak hakkı verilmeli. Müzikler de çok başarılı.

HAYATA AYNA TUTANLAR

İsmet Kurtuluş’un “LCV” (Lütfen Cevap Veriniz) adlı filmi, aile kurumunu kıyasıya eleştiren bir diğer film. Tek bir mekânda üç oyuncunun (Ushan Çakır, Cem Yiğit Üzümoğlu ve Melisa Şenolsun) başarılı yorumları ile beyazperdeye yansıyan, teatral yanı ağır basan bir film. Karakterlerin saklı cinsel kimliklerinin teker teker ortaya döküldüğü senaryo tıkır tıkır işliyor. Ama, dünya sinemasında yüzlerce kez anlatılmış bu konu, dramatik yönü ağır basan bir yorumla (Schubert’in müziği eşliğinde) sunulmak yerine mizah dozu daha yüksek bir biçem içinde ele alınsaydı daha hoş olabilirdi gibime geliyor.

Ailenin bireyin psikolojik gelişimi üzerindeki etkisi festivaldeki birçok filmde işlenmişti. “Kurak Günler”in ve “Karanlık Gece”nin ana karakterlerinin babalarıyla ilişkileri filmlere yansıyan önemli bir ögeydi. Ümit Köreken’in “Bir Umut”u da, ‘aile olmak’ kavramını ele alarak, kadının ve erkeğin farklı bakış açılarını gündeme getiriyor. Ne var ki, senaryosu ve yönetimi ile seçkinin en zayıf filmi nitelemesini hak ediyor. Atalay Taşdiken’in başarılı bir ana akım filmi olarak değerlendirebileceğim “Hara”sı ise, aile ilişkilerindeki kopukluğu vurgulayan ve finali tatlıya bağlayan bir film.

Belmin Söylemez’in “Ayna Ayna”sı, bu yılın seçkisi içinde kadının toplumdaki konumunu sorgulayan filmler arasında öne çıkanı. Üç kadın kahramanın birbirleriyle kesişen yaşam serüvenlerini, tiyatro dünyasının büyüsü ile buluşturarak anlatıyor yönetmen. Finalde görüntü çok güzel ama her şeye rağmen hayata tutunma ve mücadeleye devam duygusunu vurgulamakta biraz eksik kalıyor. Bu filmin festival yönetmeliği gereği ‘kadın temsiliyeti ve görünürlüğüne dikkat çekmeyi’ amaçlayan ‘Cahide Sonku Ödülü’nü hak ettiğini düşünüyorum. Üç oyuncunun, Manolya Maya, Laçin Ceylan ve Şenay Aydın’ın bu ödülü ortaklaşa almaları sürpriz olmaz. Tabii, dayanışma gereği bu ödül “Kurak Günler”in ortak yapımcılarından Çiğdem Mater’e gitmezse… Vedat Özdemir de Görüntü Yönetmeni dalında “Kurak Günler”, “Karanlık Gece” ve “Kar ve Ayı”nın yabancı görüntü yönetmenlerinin en önemli rakibi…

Geriye, diğerlerine benzemeyen iki film kalıyor. Onur Ünlü’nün “Bomboş”u, hiç de boş olmayan bir film. Serkan Keskin ve Settar Tanrıöğen’in usta işi oyunculukları eşliğinde sunulan, ‘ön yargılar’ üstüne eğlenceli bir kara film. Burak Çevik’in “Gidiş o gidiş”i ise, üç arkadaş arasındaki video mektuplaşmalardan oluşmuş, üç yönetmenli bir video-art çalışması. Festivalde yer almasının tek gerekçesi, seçkiye çeşitlilik katmak olsa gerek… Sonuç olarak, yarıdan fazlası nitelikli yapımlardan oluşan seçki sinemamız adına umut tazelememize neden oldu diyebilirim.