Ne tarafa bakacağımızı şaşırdık gerçekten. Hani derler ya sağlı sollu geliyorlar diye, durum aynen öyle. Yurt müdürü bir yandan, devlet Kürdü öte yandan, reisicumhur beri taraftan sözleşmişçesine öyle bir yüklendiler ki gündeme, o kadar olur.

Farklı konumlarda bulunmalarına rağmen “buluştukları” yer, inanmamızı pek istedikleri o “kaynamış millet” iddialarını tekzip eden malum zihniyet zemini. Kimilerine hiç olmadık zamanlarda sınıfsal gerçekliklerini hatırlatıveriyorlar. Reisicumhurunki biraz farklı olmakla beraber o da yurt müdürü ile devlet Kürdünün ölçülerine sahip olduğunu bir kez daha sergilemiş oldu.

Süleyman Dinç adlı yurt müdürü, bir çok eksiği bulunan yurtta kalmak istemeyen öğrencileri, “bu yurda girerken, gelir durumunuza göre geldiniz, ahkam kesmeyin” diyerek payladı bir güzel, biliyorsunuz. Bu tabii ki “paranız kadar konuşun” demek. Çocuklar hani paralı olsalar bu Süleyman, kendi mantığı gereği, onlardan gelen yakınmaları dinleyecek, o kibirli ağzını da açamayacak. Parayla kapatılacak ağızlardan biri Süleyman’ınki. İnsan takdir de ediyor bir yandan, “parası bol olanın karşısında dilsiz olurum”u bu kadar mı güzel söyler bir insan? Müdür Süleyman elbette saygıdeğer bir muhafazakar, mutlaka İslam peygamberinin “alimlere sorun, hekimlerle konuşun ve fakirlerle oturun” öğüdünden haberdardır.

Kişi kızınca eder bu tür lafları da insanın aklına muhatabının fakirliği mi gelir hemen? Hak aramayı karşısındakinin gelir durumuyla ilişkilendiren, dolayısıyla bazı tutumları bazı sınıf mensuplarına uygun gören tipik bir sağcı tutumu bu. Muhterem reisicumhur da biliyorsunuz bir ara “ayaklar baş olur mu?” diye işçi eylemlerini eleştirmişti. Bir zamanların İEET çalışanı olarak “ayakların” da pekala “baş” olabileceklerini reisicumhurdan daha iyi kim bilirdi oysa, değil mi?

Devlet Kürdü de değerli görüşlerini sercettiği bir televizyon programında para ilişkisine farklı bir boyut getirdi. Sonradan özür diledi ama zihniyet yüzünü gösterdi bir kere. Ona göre de “askerler para alıyorlar, o zaman ölmeleri normal”. Hangi ülkenin askeriyle karıştırdı bilinmez ama, bizimkiler ayda 40 TL alıyorlarmış, bunu hak etmeleri için de ölmelerini beklemek hakkımız o halde. Bu aldığın paranın hakkını ver zihniyetinin en uç örneği tabii. Devlet Kürdü, askerlere “gidin ölün demiyor” kuşkusuz ama öldüklerinde, askerlik hizmeti karşılığı maaş almalarının acıyı hafifleten bir yanı olduğunu düşünüyor belli ki. Kendi sıkıntılarının da, acılarının da parayla “hafifletilmiş” olmasından biliyordur bunu. Bilmese konuşur mu?

Reisicumhur’un da Irak Başbakanı Haydar el İbadi’yi fırçalarken bunu “sen benim zaten muhatabım değilsin” düzeyinde bırakması iyi olurdu. Mevkidaş değiller çünkü, haklı. Ama böyle düşünmesine rağmen bu çıkışı yapmakla kendisini İbadi’nin “muhatabı” derekesine düşüren de yine kendisi.

Sonrasında işi baya baya “şahsiyete” dökmüş reisicumhur. İbadi’ye “karatımda değilsin, kalitemde değilsin” diye bindiriyor. Biz tabii reisicumhurumuzun karatını da, kalitesini de biliyoruz ama, karatıyla kalitesiyle övünmemek de bir “karat, kalite” işidir. Bunu kişinin kendi kendisine değil, başkalarının kişiye söylemesi makbüldür.

Karat’tan, Kalite’den neyin anlaşılması gerektiğini bilmiyorum kendi adıma. Ama dünyanın bir siyaset adamının karatından, kalitesinden anladığı bambaşka bir şey. Dünyadaki gelişmelere “semt” sınırlarını aşarak bakmak, örneğin. Diplomatik nezaketi elden bırakmamak da önemli bir ölçü.

Ben kendi adıma İbadi’yi sevmem. Ama adamın ciddi bir karatı, kalitesi var. “İyi insan” olmasını sağlamaz tabii bu ama bir siyasetçide olması gereken entelektüel birikime sahip olduğu için takdir edildiğini biliyorum. Bağdat Teknoloji Üniversitesi’nden elektrik mühendisi olarak mezun olmuş bir kere. Yani diploması gerçek mi değil mi diye bir tartışma yok ona ilişkin. Bir de Manchester Üniversitesi’nde yüksek lisans, ardından da doktora yapmış biri. Adam sular seller gibi İngilizce biliyor. Obama ile falan konuşurken aracıya ihtiyacı yok bu yüzden. Yani karat, kalite derken dünya bunu anlıyor.

Sonuçta yurt müdürü de, devlet kürdü de, reisicumhur da sınıfsal çelişkileri, o çelişkilerin yarattığı literatürün kavramlarıyla dile getiriyorlar. “Paran kadar konuş”, “para alıyorsun öl, yakınma”, “sen kimsin?” falan diyerek.

Karatı, kaliteyi düşüren şeyler bunlar.